Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya Artvin Yusufeli Yaban Köşe

Artvin Yusufeli Yaban Köşe

Ayşegül Parlayan Özalp

Altıparmak Dağları’nın uzantıları Yusufeli ilçesinin kuzeyine doğru sarkıyor. Bu yüksek köşeleri boz ayılardan vaşaklara kadar birçok yaban tür şenlendiriyor.

Yazı ve Fotoğraf: Hüseyin Ambarlı
ATLAS AĞUSTOS 2013/SAYI:245

Karataş ve Marsis dorukları ve çevresi Kaçkarlar’a komşu Altıparmak Dağları’nın en az gidilen ıssız köşeleri. Yöre, Türkiye’de yaban hayatın yok olmadığının, çok fazla soruna yol açmadan insan ile bir arada yaşayabileceklerinin bir göstergesi. Bu nedenle Yusufeli’de 2003-2012 yılları arasında yürütülen farklı projelerde, Türkiye’de ilk defa VHF-GPS-GSM’li verici takılarak boz ayıların ve yabankeçilerinin uydudan izlenmesi; fotokapan kullanılarak vaşak ve diğer canlıların tespiti için yaban hayatı araştırmaları yapıldı. Altıparmak Dağları’nda sürdürülen bu projelerde görülmesi zor türlerin habitatları araştırıldı.

Projelerden birinde sabahın ilk ışıklarıyla başlıyor keşif yolculuğumuz, Artvin-Yusufeli’ye bağlı Sarıgöl köyünden Marsis’e doğru. Özgüven köyünü epey geçtikten sonra, 2 bin 200 metredeki Baraka mevkii denilen yerde yolumuz, dereyle kesilmesi nedeniyle bitmişti; aracımızı orada bırakıyoruz. Tam karşımızda ise Türkiye’nin en yüksekteki şelalesi İntgor (Ciro) dökülüyordu. Karataş Tepe’nin ihtişamı altında patikadan şelaleye doğru yürümeye koyulmuştuk bile.

Yusufeli’ye bağlı Gudasnev Yaylası’nı çeviren yüksek doruklarda çengel boynuzlu dağkeçilerine de rastlanıyor.

Yusufeli’ye bağlı Gudasnev Yaylası’nı çeviren yüksek doruklarda çengel boynuzlu dağkeçilerine de rastlanıyor.

Şelale 2 bin 500 metre yükseklikteydi. Yanına vardığımızda düzlüğe doğru piknik yapmaya giden köylüleri görüyoruz. Buraya “İntgor Düzü” ya da “Gudashev Yaylası” diyorlar. Bir tarafı hırçın Karadeniz’e, diğer tarafı ıssız zirvelere açılan ve doruklarında buzul gölleri barındıran büyük bir vadi burası.
Yusufeli en sıcak günlerinden birini yaşarken biz oldukça serin bir havada Alaca Göller’e doğru yükseliyoruz. Yoğun bir çaba sonuncunda rehber arkadaşımız Yaşar Kuşdili ile iki çengel boynuzlu dağkeçisi fark ediyoruz; biri otluyor, diğeri de etrafı gözetliyor. Bu arada dağkargaları ve yırtıcı kuşlar bizi yalnız bırakmadığından, keçiler geldiğimizi haber almışlar bile.
Dağcıların Aladağlar’dan bildiği üzere yabankeçileri zirve defterlerini dahi kemirebiliyorlar ve 5 bin metre yükseklikte bile yaşayabiliyorlar. Fakat çengel boynuzlu dağkeçilerinin habitatında yaşayabilmelerine rağmen aralarındaki rekabetten dolayı yabankeçileri 2 bin 500 metrenin üzerine çıkamıyorlar.

Alçak rakımlarda yaz bitmek üzere, ama bizim bulunduğumuz yüksekliklerde bütün bitkiler hâlâ çiçekli. Yoğun ve hızlı bir tempo sonucu 2 bin 750 metredeki Kapıgöl, Beşikgöl, Büyükgöl, Karagöl ve Alaca Göller’e ulaşıyoruz. Etrafı gözlemlerken boz ayıların bıraktığı izlere ve dışkılara rastlıyoruz.

Artık gün sona ermek üzere; dönüş zamanı. Yolda karşılaştığımız gezginler buralarda yaygın olan efsanelerden birini aktarıyorlar: “Göllerin eskiden perili olduğuna inanılırmış ve göle taş atılmazmış. Çobanların canları sıkılınca göle attıkları taşın da perileri kızdırıp yağmur yağdırdığına inanılıyormuş. Bu nedenle göle taş atanları halk pek sevmezmiş.”

İniş yolculuğumuz akşamüstüne kadar devam ediyor. Karataş Dağı’nın ufuklarında güneşin batışını ve otlayan ayıları izleyerek yolculuğumuzu sonlandırıyoruz.

 

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap