Atlas, Mart 2016 sayısında okurlarına özel bir ek veriyor: “Gündüz Atlası”. Bu özel dergi, Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi (BRSHH) bünyesinde faaliyet gösteren Gündüz Hastanesi üyeleri tarafından hazırlandı. Bakırköy Birliği Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri Koordinatörü, BRSHH Başhekim Yardımcısı Mehtap Arslan Delice, hastalıklarına rağmen insanların neler başarabildiğinin çarpıcı öyküsünü anlatıyor.
Yazı: BRSHH Başhekim Yardımcısı Mehtap Arslan Delice
Şizofreni ve bu spektrumda yer alan hastalıklar tarih boyunca toplum içinde korkulan, uzak durulan, toplumun dışında tutulmaya çalışılan hastalıklar olageldi. Böyle olmasında hastalığın anlaşılmaz doğasının, hastaların “normal” dışında görünen düşünce ve davranışlara sahip olmalarının, hastalık hakkındaki mitlerin katkısı büyük.
Psikiyatri profesyonelleri içinse şizofreni genellikle bir belirtiler kümesi, beynin işleyişi sırasında bazı yolaklarda meydana gelen bozulmadır sadece. Psikiyatri eğitimi sırasında hastaların hezeyanlarının içeriğinin tartışılmaması öğretilmiştir mesela. “Kulağına ses geliyor mu? Seni takip ettiklerini düşünüyor musun?” Cevap evetse ver ilacı. Hayırsa “hasta savunmacı bir tutum içinde belirtisini gizliyor”, ver ilacı. Cevap vermiyorsa “hasta negativist, işbirliğine girmiyor”, ver ilacı.
Şizofreni tanısı konulmuşsa hastaya teşhis söylenmez, vizitte hastalığını anlamasın diye şizofreni denmez “sch” denilirdi bir zamanlar. Hastayla sadece hastalığın adını koymak için, belirtileri ağzından almak için iletişim kurulur, bütün bu yaşadıklarının ona ne hissettirdiğine, bütün bu olanların onun anlam dünyasında nasıl bir yer tuttuğuna ilişkin bir iletişim biçiminden uzak durulurdu. Zira psikozla empati yapılamazdı. Böylece servisler dolar boşalır, hasta hep “öteki” olarak kalırdı.
Bütün bu “profesyonelce” tutumun aslında toplumunkinden farksız olduğunu, önyargılarla beslendiğini, damgalayıcı olduğunu anlamam için meslekte yıllarımın geçmesi ve hastalığı kavrayışımda köklü bir değişikliğe sebep olan “Gündüz”le tanışmam gerekecekti. “Gündüz”, hastaların Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde (BRSHH) hizmet veren “Gündüz Hastanesi ve Bakırköy Toplum Ruh Sağlığı Merkezi”ni adlandırma biçimiydi. Burada hastalarla kurulan anlamayı/anlaşmayı odaklayan ilişki biçimi, hastaların ağzından dinlediğim öyküler, şahit olduğum çaresizlikler şizofreniyi yeniden tanıma maceramın başlangıcı oldu. Uzaktan baktığınızda korkutucu, anlaşılmaz, tuhaf görünen bu insanlara yakından baktığınızda acı ve korku içinde olduklarını, bütün evrende yapayalnız olduklarını, zorlu bir sınavla yaşamaya çalıştıklarını görüyorsunuz. İnsan dediğimiz varlığın dünya hayatı boyunca karşılaştığı zorlukların en zorlusunu yaşıyorlar. Fakat bir el uzattığınızda, yanında durduğunuzda, yol arkadaşı olduğunuzda, acımayla değil saygıyla yardım ettiğinizde hayatlarında bir Gündüz’e kapı aralayabiliyorsunuz.
Peki şizofreni hastalığı neden korkulan, uzak durulan, görmezden gelinen bir hastalık? Diğer hastalıklara benzemiyor. Zekayla ilgili bir problem değil, görünen fiziksel bir araz yok. Özellikle hastalık yeni başladığında hasta yakınları sıklıkla şunu söyler: “Hocam aklında bir şey yok, her şeyi anlıyor, kafası çalışıyor, sapasağlam ama bizimle konuşmuyor, kendi kendine konuşuyor, hiçbir şey yapmıyor, kendine bile bakmıyor.” Hastalık tıp açısından da karmaşık. Gerek oluş sebepleri, gerek beynin işleyişindeki bozukluğun heterojen olması, klinik görünümlerin başka başka olması gibi pek çok faktör hastalığı karmaşık hale getiriyor. Ama şunu biliyoruz, bu durum kesin olarak bir hastalık, başka bir şey değil. Konuyla ilgili binlerce çalışma ve bunlardan elde edilen bilimsel veriler hastalığın pek çok yönünü aydınlatmış durumda.
Bu hastalığı diğerlerinden ayıran en önemli şey klinik görünüm. Beynin bazı bölgelerindeki işlevsel bozulmalar, kişinin eşyayı -eşyadan kastım hayattaki bütün şeyler- algılamasında, yorumlamasında ve yanıt vermesinde bozukluklara yol açıyor. Sözgelimi annesi annesi gibi gelmiyor ona, mutfaktan gelen çıtırtı ona mesaj vermek için yapılıyor, peşinde birileri var, kaldırımdan geçen adam ona bakmıyor çünkü tanınmak istemiyor gibi… Örnekleri çoğaltabiliriz. Algı böyle olduğunda ortaya çıkan davranışlar da buna göre şekilleniyor. Annesiyle konuşmayı kesiyor mesela, ya da eve gelmemeye başlıyor, kendini izlediğini düşündüğü adamdan kaçmak, saklanmak için yollar arıyor, daha ciddi bir tehdit algılarsa sözel ya da fiziksel şiddet uygulayabiliyor. Bozukluk görülen beyin bölgesinin işlevine göre değişen duyu bozuklukları görülebiliyor. En sık rastladığımız, işitme ile ilgili olanı. Kendine hakaret eden, emirler veren, yaptığı ya da yapacağı şeyleri söyleyen sesler duymaya başlıyor kişi. Bütün bu olan biten, bu kişiler için bütün dünyayı güvensiz bir yer haline getiriyor. Düşünebiliyor musunuz en yakınınızdakilere bile güvenemediğinizi, varlıklarını kendiniz için tehdit olarak algıladığınızı?
Peki hastalığın tedavisi yok mu? Hastalığın olumsuz sonuçlarını giderme ya da azaltma konusunda elimizde çok önemli araçlar bulunuyor. Antipsikotik ilaçların 1950’li yıllarda kullanılmaya başlamasıyla hastalığın tedavisi konusunda çok önemli gelişmeler kaydedildi. Özellikle taşkınlık belirtileri dediğimiz varsanı, hezeyan ve davranış bozukluğu gibi belirtileri tedavi eden, hastaneye yatış gereksinimini çok azaltan, çok etkin ilaçlar bulunmakta günümüzde. Ancak ilaçların toplumsal ve mesleki becerilerde azalma üzerindeki etkisi sınırlı. Üstelik bazen rahatsız edici olabilen yan etkiler görülebiliyor. Kişi hasta olduğuna inanmadığı için ilaç kullanmayı reddediyor. Bu noktada psikososyal tedaviler dediğimiz bir dizi tedavi yöntemi devreye giriyor. Hastaların hastalığa ilişkin farkındalığını artırmak, içgörü geliştirmelerini sağlamak, ilaç uyumlarını artırmak, toplumsal ve ruhsal becerilerini artırmak, böylece hastayı hastaneye yatışı gerekmeksizin toplumun ve üretimin içinde tutmak gibi hedefleri olan bu yaklaşımlar yaklaşık 60 yıldır modern psikiyatrinin geldiği son nokta olan “toplum temelli ruh sağlığı sistemi” içinde çeşitli düzeylerde kullanılıyor.
Türkiye’de bu alanda yapılan çalışmalar yakın tarihe kadar küçük çaplı, birkaç iyi insanın bireysel çabalarıyla yürütülen, bu nedenle de etkisi küçük bir grupla sınırlı kalmaya mahkûm edilmiş iyi niyetli girişimlerin ötesine ne yazık ki geçemedi. Sağlık hizmetlerinin sunulmasında çığır açan, 2003’te başlayan sağlıkta dönüşüm hareketinden en az nasiplenen alan da yine ruh sağlığı oldu. Ama yine de bu hareketle başlayan rüzgârın etkisiyle, 2006’dan itibaren Türkiye’de de “ağır ruhsal hastalıklar”ı merkeze alan “toplum temelli psikiyatri sistemi” konuşulur oldu. O yılların Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi yönetiminin katalize etmesiyle konu Sağlık Bakanlığı’nın gündemine girmeyi başardı. Bu çabaların seyri sırasında, bu sisteme geçişte prototip bir merkez oluşturulması amacıyla 2006 yılında BRSHH bünyesinde hizmet vermeye başlayan Gündüz Hastanesi, kısa zamanda klasik yöntemlerle tedavi edilen pek çok şizofreni hastasının hayatında yeni bir sayfa açmayı başardı. Hizmet alan hastaların hastaneye yatış sıklıklarının azalmasından bağımsız yaşama becerilerinin kazanılmasına, kişiler arası ilişkilerin düzelmesinden istihdam edilmelerine değin pek çok hedefi gerçekleştirme konusunda yüz güldürücü sonuçlara ulaşıldı.
Gündüz Hastanesi programı, modern psikiyatrinin kullandığı pek çok yöntemin bir arada sentezlenerek uygulandığı özgün bir program. Merkeze kabul edilen, şizofreni spektrumunda bir tanısı olan, yeti yitimi bulunan, sosyal ve mesleki işlevselliğinde ciddi azalmalar oluşmuş her hasta için belirlenen “bireysel danışman”ın işlevi, hastalığın doğrudan ve dolaylı etkileri sonucu hastanın yaşadığı her türlü zorluğu ele alıp çözmek için stratejiler geliştirmek. Bunun yanı sıra hastaya “iyileşme” konusunda umut aşılama, bu yolda motivasyonunu artırma, bağımlı bir hayattan bağımsız yaşamaya doğru bir gelişimin gerçekleşmesi için rehberlik etmek. Batı’da “olgu yöneticiliği” olarak adlandırılan yönteme denk düşen yanları bulunuyor. Yine merkezin üyesi olan her hastanın ve en az bir aile üyesinin katılmasının sağlandığı, on dört hafta süren yapılandırılmış bir program olan “psikoeğitim grup programı” ile hastalara ve yakınlarına, hastalıkla ve tedaviyle ilgili temel bilgiler veriliyor. Başa çıkma becerileri kazandırılıyor, sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi amaçlanıyor ve hastalığa yönelik toplumda var olan damgalama ve ayrımcılığa karşı mücadele konusunda teknikler öğretiliyor. Terapi grupları, tedavi edici ortam, “jeton ekonomisi” prensibine dayanan çalışma alanları gibi bir çok yöntemin bütüncül olarak uygulandığı Gündüz Hastanesi programının vazgeçilmez unsurlarından birisi olan atölyeler, gerek bireysel danışmanlık görüşmelerinden gerekse psikoeğitim gruplarından elde edilen kazanımların test edildiği, eksiklerin giderildiği, sosyal, bilişsel ve motor yeti yitimlerini en aza indirmek için müdahalelerin uygulandığı, bunlar yapılırken de resim, ebru, çini, müzik, dans gibi sanatsal, futbol, basketbol, jimnastik, plates gibi sportif, bilgisayar ve diksiyon eğitimi gibi teknik ve teknolojik araçların kullanıldığı laboratuvarlar olarak çalışıyor. Bakırköy sınırlarında ikamet eden psikotik spektrumda yer alan tüm hastalara hizmet sunmayı amaçlayan gezici ekip faaliyetinin eklenmesiyle Gündüz Hastanesi, Bakırköy Toplum Ruh Sağlığı Merkezi oldu.
Gündüz Hastanesi programı aslında hastayla birlikte çıkılan bir yolculuk. Dünyayı algılayışı, yorumlayışı, tepkisi “farklı” birisinin anlam dünyasını kavramaya çalışmak, o “farklı” oluşun içindeki yalnızlıktan kurtarmak için bir kapı aralamak hastayı olduğu kadar çalışanı da değiştiren, dönüştüren ve olgunlaştıran bir serüven. Bu serüven içinde her bireyin sahip olduğu farklılıklarla aslında diğerini dönüştürdüğünü, bu farklılıkların hayatı zenginleştiren ve çoğaltan bir değer olduğunu idrak ediyor insan.
Bu idrak edişle birlikte hastalarımızla çıktığımız bu yolculukta uğradığımız pek çok limandan birisi “Gündüz Atlası”. Gündüz ekibi ve hastaları daha önce “Sesleniş”, “Su ve Ateş ve Toprak” ve “Karanlığı Yakanlar” gibi son derece nitelikli projeleri hayata geçirdi. Bu kez de Janssen Türkiye’nin basım ve dağıtım sponsorluğunda, Artı Değer’den Sevgili Şulecan Dalbudak Toközlü’nün bizim heyecanımızı profesyonelliğiyle harmanlayarak ortaya çıkardığı proje fikrini “Gündüz Atlası”na çevirdi.
Hayat bir sınavdır tüm insanlar için. Her insan başka bir şeyle sınanır. Kimi yoksullukla, kimi zenginlikle, kimi mesleğiyle, kimi evladıyla… En zor sınavlardan biridir belki de ruhsal bir hastalığının olması. Zira hastalığın doğasından kaynaklanan zorlukların yanı sıra bir de toplumun bu hastalık grubuna ilişkin önyargıları ve tutumlarıyla sınanmaktadır bu insanlar… Oysa kulak verildiğinde duyulacak olan yine bir insan sesidir, diğerlerinden farkları yalnızca sınavın farklılığındandır. Bu proje Gündüz’e devam eden bir grup “ağır ruhsal hastalığı olan” insanın zorlu bir sınav olan hastalıkla mücadele ederken ortaya çıkardıkları eserleri gözler önüne seriyor. Olanak tanındığında, hastalığa rağmen neler yapabildiklerini gösteren, hastalıkla örtülse de özde “insan oluş”a ait tüm ihtişamın saklı olduğunu haykıran bir sesleniştir bu proje.
Kulak verin duyacaksınız…