Anasayfa KeşfetKültür Berlin: Duvarsız 25 Yıl

Berlin: Duvarsız 25 Yıl

Ayşegül Parlayan Özalp

Berlin’in doğusuyla batısında yaşayanları birbirinden koparan 46 kilometrelik Utanç Duvarı’nın yıkılışının üzerinden çeyrek asır geçti. Tarihin seyrini değiştiren bu büyük olay, yıldönümü olan 9 Kasım’da düzenlenen gösterişli etkinliklerle kutlandı.

Yazı: Mehmet Y. Yılmaz / Fotoğraflar: Sinan Çakmak

Utanç Duvarı’nın yıkılışının 25. yıldönümünde Berlin sokaklarında dolaşırken, aklıma İtalyan sinemasının Yeni Gerçekçi döneminin en ünlü filmi geldi: Roma, Città Aperta.
Fellini, filmine neden bu adı vermişti, bilemiyorum.

Faşist İtalya, Mussolini önderliğinde savaşa girerken Roma’yı “città aperta”, yani “açık şehir” ilan etmiş ve “savaş dışı” olduğunu duyurmuştu.

Ama kent, bir yandan faşistlerin, diğer yandan artık müttefikten ziyade “işgalci” olarak tanımlanabilecek Nazilerin elinde, gizli ve eşitsiz bir kirli savaşın platosuydu.

Kim bilir, belki de Fellini, işgal altındaki Roma’da çektiği bu filme Città Aperta adını verirken, bu faşist ikiyüzlülüğünün altını çizmek istemişti.

Berlin’de bu filmi hatırlamama neden olan şey, buranın günümüze ait gerçek bir açık şehir olmasıydı.
Her şeye açık bir şehir, savaş dışında!

Sanata, mimariye, eğlenceye, dünyanın bütün renklerine açık bir şehir.
Oysa bu şehir, daha 25 yıl öncesine kadar, insanlık tarihinin en utanç verici yapılarından biri sayılması gereken, çok kendine özgü bir şeye sahipti!

46 kilometre uzunluğunda ve üç metre 60 santim yüksekliğinde betondan yapılmış gri bir duvar!
Duvarın batıya bakan yüzü, yer yer sokak sanatçılarının grafitilerinden tutun da, tanınmış ressamlara kadar birçok sanatçının tuvali olmuştu.

Berlinliler her yıl duvarın yıkılmasını kutluyor ama bu yılki daha bir özel… Kentte duvarın yıkılışının 25. yıldönümü nedeniyle birçok etkinlik düzenlendi. İnşa edildiği günden bu yana pek çok tarihi olaya tanıklık eden Brandenburg Kapısı, bütün etkinliklerin merkeziydi. Uzun yıllar Doğu tarafında kalan Brandenburg Kapısı, iki Almanya’nın birleşmesiyle özgür Berlin’in sembolü oldu. Yüz binlerce insan, 9 Kasım 2014 gecesi bu kapının ayırdığı meydanı doldurdu ve soğuk havaya rağmen etkinlikleri izledi.

Berlinliler her yıl duvarın yıkılmasını kutluyor ama bu yılki daha bir özel… Kentte duvarın yıkılışının 25. yıldönümü nedeniyle birçok etkinlik düzenlendi. İnşa edildiği günden bu yana pek çok tarihi olaya tanıklık eden Brandenburg Kapısı, bütün etkinliklerin merkeziydi. Uzun yıllar Doğu tarafında kalan Brandenburg Kapısı, iki Almanya’nın birleşmesiyle özgür Berlin’in sembolü oldu. Yüz binlerce insan, 9 Kasım 2014 gecesi bu kapının ayırdığı meydanı doldurdu ve soğuk havaya rağmen etkinlikleri izledi.

Özgürlük gelmiş ve sanki bu duvara çarpıp oraya yapışmış gibi bir görüntü!
Duvarın doğu tarafında 4,5 metre yüksekliğinde bir ikinci duvar daha vardı, boydan boya beyaza boyanmıştı ki, üzerine tırmanıp kaçmak isteyenler sınır muhafızları tarafından kolayca görülüp vurulabilsinler!

İki duvarın arası da değişik engellerle doluydu. “Stalin Çimeni” denilen, çelikten yapılmış çivili hasırlar serilmiş; gözetleme kuleleri dikilmişti.

Bütün mesele insanların Doğu Berlin’den Batı Berlin’e geçmelerini önlemek gibi görünüyordu elbette, ama bir taraftan da batıdaki özgürlüğün doğuya sızması engelleniyordu.
Suikaste kurban giden ABD Başkanı John F. Kennedy, tarihe geçen “Ich bin ein Berliner” (Ben bir Berlinliyim) sözünü söylediğinde tarih 26 Haziran 1963’tü.

Gerçi “Berliner” kelimesinin başına “ein” (bir) koyması esprilere de konu oldu, çünkü “Berliner”, içi reçelle doldurulan mayalı hamurun yağda kızartılmasıyla yapılan bir tür çörek olduğundan, cümle bu haliyle “Ben bir çöreğim” anlamına da geliyordu, ama kimse bunu kafasına takmadı.
Çünkü Doğu Berlin ile Batı Berlin’i birbirinden ayıran duvar, bundan 22 ay önce inşa edilmişti ve Kennedy, bu sözleriyle, özgür dünyanın Berlin halkının arkasında olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nde iş başına gelip şeffaflık ve yeniden yapılanma, yani “glasnost” ve “perestroyka” programını uygulamaya başladığında, bir ABD Başkanı daha Berlin’e gelecek ve Brandenburg Kapısı’nın önünden şöyle seslenecekti: “Mr. Gorbaçov, tear down this wall!” (“Bay Gorbaçov, bu duvarı yerle bir edin!”)Ronald Reagan’ın bu sözleri söylediği tarih 12 Haziran 1987’ydi ama duvarın yıkılışı, beklendiği gibi Gorbaçov’un bir işaretiyle değil, bir gazetecinin cesur ve ısrarlı sorusuyla oldu.

Duvardaki Gedikler Berlin Duvarı 1961’de, 12 Ağustos’u 13’üne bağlayan gece örüldü; 9 Kasım 1989’da yine bir gecede yıkıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra batıya kaçışı engellemek için Sovyetler Birliği ve Doğu Alman yöneticilerinin bulduğu bu çözüm, duvarın batı yanında kalanlar için utanç, doğu tarafını yönetenler için ise vahşi kapitalizme karşı örülen bir set anlamı taşıyordu. Doğuda kalanlar yıllar içinde duvarı sabırla deldi. Yaklaşık 5 bin kişi bu deliklerden batıya kaçmayı başardı. Kimi kenti ikiye bölen Spree Nehri’ni yüzerek aştı, kimi de yeraltı tünelleriyle özgürlüğe adımını attı. Doğu Almanya, 1989’da duvarın artık kaçışları engellemeye yetmediğini fark edince yıkma kararı aldı.

Duvardaki Gedikler
Berlin Duvarı 1961’de, 12 Ağustos’u 13’üne bağlayan gece örüldü; 9 Kasım 1989’da yine bir gecede yıkıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra batıya kaçışı engellemek için Sovyetler Birliği ve Doğu Alman yöneticilerinin bulduğu bu çözüm, duvarın batı yanında kalanlar için utanç, doğu tarafını yönetenler için ise vahşi kapitalizme karşı örülen bir set anlamı taşıyordu. Doğuda kalanlar yıllar içinde duvarı sabırla deldi. Yaklaşık 5 bin kişi bu deliklerden batıya kaçmayı başardı. Kimi kenti ikiye bölen Spree Nehri’ni yüzerek aştı, kimi de yeraltı tünelleriyle özgürlüğe adımını attı. Doğu Almanya, 1989’da duvarın artık kaçışları engellemeye yetmediğini fark edince yıkma kararı aldı.

Gerçekten tarihi bir gündü 9 Kasım 1989.
Federal Almanya Şansölyesi Helmut Kohl, Varşova’da resmi bir ziyaretteydi.

Batı Berlin sosyetesi o akşam için iki büyük partiye hazırlanıyordu: Auto Bild dergisinin Altın Direksiyon Ödül Töreni ve zamanının parlak film yönetmeni ve yazarı Ulrich Schamoni’nin 50. yaşgünü partisi.

Kaymak tabakadan olmayanların akşam heyecanı Bayern Münih ile Stuttgart arasında oynanacak Almanya Kupası maçına yönelikti.

Duvarın doğu yakasındaysa işler biraz daha karmaşıktı.
Gorbaçov’un glasnost ve perestroyka politikası, bütün Doğu Bloku’nda olduğu gibi Demokratik Almanya Cumhuriyeti ya da DDR adıyla bilinen Doğu Almanya’da da özgürlük taleplerinin yükselmesine yol açmıştı.

Özellikle Leipzig’deki gösterilerin kontrolden çıkması üzerine toplanan Sosyalist Birlik Partisi Merkez Komitesi’nin seyahat özgürlüğünü genişletecek kararlar alması bekleniyordu.

Merkez Komite toplantısını yaptı, saat 17.30’da Genel Sekreter Egon Krenz, alınan kararları iki A4 kağıda yazdırıp Merkez Komite sözcüsü Günter Schabowski’ye verdi.

Kararlar, Doğu Alman vatandaşlarının batıya özgürce seyahat edebilmelerine imkân tanıyan bir dizi düzenleme içeriyordu.

Schabowski biraz “geniş” bir tipti; eline tutuşturulan kağıtlarda yapılan düzenlemelerle ilgili ne yazdığını okumadı, şöyle bir bakmakla yetindi.

Acelesi vardı, televizyon haberlerine yetişmek istiyordu.
Basın toplantısı saat 18.00’de başladı. Schabowski, Doğu Alman vatandaşlarının seyahat etme özgürlükleriyle ilgili düzenlemeler yapıldığını söyledi.

Saatler 18.57’yi gösterdiğinde basın toplantısındaki gazetecilere soru sorabileceklerini söyledi.
Sorular Schabowski’yi bunaltmıştı, o sırada araya Bild muhabiri Peter Brinkmann girdi, “Seyahat özgürlüğü ne zaman başlayacak?”

Gazeteci soruyu iki-üç kez tekrarlayınca, Schabowski kelimelerin arasında “ııııı” sesi çıkararak yanıtlamak zorunda kaldı: “Başlayacak, ıııı benim bildiğim ııııııı hemen, ıııı derhal.”
Bu sözleri Reuters saat 19.02’de “Bütün Doğu Almanya sınırları derhal açılıyor” diye verdi.

O sırada, şimdiki Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Doğu Berlin’de, halka açık bir saunaya gidiyordu, haberi duyunca annesini aradı: “Duvar yıkılıyorsa, Batı’ya geçip Kempinski’de istiridye yiyelim.”
Schabowski’nin sözlerini televizyondan dinleyen Doğu Berlinliler duvara, sınır geçiş noktalarına hücum ettiler.

Sınırlar kapalıydı, bağırmaya başladılar: “Dışarı çıkmak istiyoruz!”
O sırada ARD televizyonu maçı yayınlarken, stadyumda bulunanlar dev ekranlarda Berlin duvarında olup bitenleri izliyorlardı!

Önemli bir toplumsal olay meydana gelirken uyuyup hâlâ mevcut yayın programında ısrar etmek belli ki televizyonculuğun önündeki tuzaklardan biriymiş, bunu bizler de aradan yıllar geçtikten sonra, “penguen belgeseli” izlerken bizzat öğrenecektik.

Sosyalist Birlik Partisi Genel Sekreteri Egon Krenz, durumun vahametini görünce telefona sarılıp Kremlin’den Gorbaçov’u aradı.

Ne yapacağını bilemiyordu, Gorbaçov da telefonuna çıkmadı.
Binlerce insan bu arada Bornholmer Caddesi’ndeki sınır kapısına yığılmış, bariyerleri kaldırmaya çalışıyordu.

Sınırdaki komutan Yarbay Jager, askerlerinin can güvenliğinden endişe etti ve çekilme emri verdi. Daha sonra raporuna “battık” diye yazacaktı.

Gece saatler 23.30’u gösterirken doğudan batıya insan akını başlamıştı, hatta doğudan gelenlerin bir bölümü “Ulrich Schamoni’nin partisini basmış” pistte dans ediyordu.

Dünyanın en kansız devrimi, bir gazetecinin ısrarlı soruları ve bir politikacının aceleciliği sonucu olup bitivermişti.

Duvar kuşkusuz ki yakın bir gelecekte yıkılacaktı, ama bu kadar hızlı ve kansız gerçekleşmesini de kimse beklemiyordu.

12 Ağustos 1961’de kenti ikiye bölen ve ileride “Utanç Duvarı” olarak anılacak duvar, 1989 yılının 9 Kasım günü yıkıldı.

Yıkılana kadar geçen süre içinde duvardan beş bin kişi kaçmayı başardı, tüneller kazdılar, evlerinde yaptıkları balonlarla ya da Spree Nehri’ni yüzerek geçtiler.

Duvarı geçmeye çalışırken öldürülenlerin sayısı tam olarak hâlâ bilinemiyor. En az 89, en fazla 238 kişi oldukları tahmin ediliyor.

Duvar iki de Türk kurban aldı. Sekiz yaşındaki Cengâver Kantarcı 30 Ekim 1970’te, beş yaşındaki Çetin Mert ise 11 Mayıs 1975’te nehrin sularına kapıldı; biri kazlara yem atmak, diğeriyse suya kaçan topu almak istiyordu.

Onları suda sürüklenirken gören kimse kurtarmaya teşebbüs edemedi, çünkü “sınır ihlali”nin ne gibi sorunlar doğurabileceği bilinmiyordu.

İki taraf ancak Çetin Mert’in ölümünden sonra böyle durumlarda nasıl hareket edilmesi gerektiğiyle ilgili bir anlaşmaya varabilmişti.

Berlin’in doğusu ile batısını birbirinden ayıran duvarın yıkılmasından bu yana bu kente kaç para harcandığını bir hesaplayan olmuş mudur bilmiyorum, ama her kuruşunun buna değmiş olduğunu her seferinde bir kez daha görüyorum.

Duvarın yıkılmasının üzerinden 25 yıl geçti ve o 25 yıl Berlin’in bir açık hava mimari müzesine dönüşmesine yetti de arttı.

Restore edilmiş tarihi binalarla modern mimarinin seçkin örneklerinin bir araya gelmesi kente çok özel bir görünüm veriyor ve eskiyle yeninin bu muhteşem uyumu, Berlin’in bugün Avrupa’nın en enerjik kenti olduğu gerçeğinin altını bir kez daha çiziyor. Alman sanat eleştirmeni Karl Scheffler, 1910 yılında şöyle yazmış: “Berlin, sürgit oluşmaya ve asla bitmemeye mahkumdur.”

1945 yılının Berlin’ini gösteren panoramik fotoğraflara bakarsanız lanetli bir kehanet gibi görünüyor bu.

Aynı açıdan 2014 yılının Berlin’ini gösteren fotoğrafların bize anlattığı şey ise bir kentin nasıl olup da hem bu kadar eski, hem bu kadar yeni, hatta bazı açılardan geleceğe ait olabileceği.
Scheffler’in kehaneti bu kez kılık değiştirerek sanki ta 1910’dan bir dünya kentinin doğuşunu müjdeliyor!

Öyle bir dünya kenti ki, batının bütün büyük başkentleriyle yarışabilecek kültürel bir zenginliğe sahip.

Müzeler, insanın içinde kaybolmak isteyeceği kitabevleri, Michelin yıldızlarının adeta havada uçuştuğunu göreceğiniz lokantaları, gece kulüpleri, değişik kültürlerin damgasını vurduğu semtleri, galerileri ve sanatçı atölyeleriyle insanlığın hem gelmişini hem de geleceğini temsil ediyor sanki.
Üstelik klasik tanımıyla bir kent, ama devasa ormanları ve kırları andıran parklarıyla da yeşile ve çevreye saygının sembolü sayılabilir.

Bir yandan geçmişindeki gözyaşını hissediyorsunuz, diğer yandan küllerinin içinden yeniden doğuşunun gururunu.

Ve bana soracak olursanız dünyanın en romantik kentlerinden de biri aynı zamanda.
Bunun için fazla söze gerek yok. Bir hafta sonunu sevgilinizle Berlin’de geçirme fırsatı bulursanız, benim size söyleyebileceklerimden çok daha fazlasını hissedip yaşayacaksınız.

Atlas Aralık 2014 / Sayı 261

Fotoğraf Galeri

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap