Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya Milli Parklar Son Hazine

Milli Parklar Son Hazine

Ayşegül Parlayan Özalp

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın önümüzdeki dönem tekrar meclise gelmesi bekleniyor. Tasarı milli parklara her türlü yatırımın önünü açtığı için pek çok canlı ve arkeolojik alanın varlığı pamuk ipliğine bağlı olacak.

Yazı: Süreyya İsfendiyaroğlu

Birbiriyle ilişkili çok sayıda ekosisteme sahip bir alan Köprülü Kanyon Milli Parkı. Antalya’nın Manavgat ilçesi sınırları içindeki alan 1973 yılında milli park ilan edildi.

Birbiriyle ilişkili çok sayıda ekosisteme sahip bir alan Köprülü Kanyon Milli Parkı. Antalya’nın Manavgat ilçesi sınırları içindeki alan 1973 yılında milli park ilan edildi.

Manyas Kuş Cenneti’ne ilk gittiğimde küçük bir çocuktum. Erdek’e giderken yoldaki Kuş Cenneti Milli Parkı levhasını takip etmeyi seçmiştik. Bana o zamanlar devasa gelen ağaçların arasında ilerleyip yüksekçe bir kuleye çıkmış, televizyon dizilerinden aşina olduğum flamingoları uzaktan görmüştüm. Milli park kavramıyla hayatımda ilk kez burada karşılaştım; benim için ulu ağaçların ve ulu kuşların olduğu yer demekti.

Bundan 12 yıl sonra bu defa uluslararası bir kuş gözlem kampına katılmak için yine aynı alanı ziyaret ettiğimde de hayatımda ilk kez tepeli pelikan (Pelecanus crispus) görmüştüm. İki arkadaşımla beraber bir kütüğün arkasına saklanmış, usulca onları izliyorduk. Hayranlıktan ellerim titriyordu. Diğer taraftan gelen insanlar yüzünden pelikanlar birden havalandı ve suyun üstünden katar katar alanı terk etmeye başladılar. Olanca haşmetlerine rağmen oldukça sessiz uçabiliyorlardı. Tepeli pelikanlar “uçan tank” olarak da adlandırılan, nesli tehlike altında bir canlı türüdür. Kanat açıklığı 180 santimetreye ulaşan ve ağırlıkları 15 kiloyu bulan oldukça iri kuşlardır. Yaklaşık 100 tepeli pelikanın oturduğu burna sürünerek yaklaşmış ve onları doya doya izlemiştik. Sonrasında da yeşil bir balçığı andıran dereyi geçerek üredikleri yuva platformlarını incelemiştik.

Manyas Kuş Gölü dünyada tepeli pelikanların yapay platformlarda ürediği tek yer. Doğal olarak yerde veya sazlıkların arasında kuluçkaya yatan tepeli pelikanlar ilk kez 1968 yılında milli parkın batı kesiminde söğüt ağaçları üzerinde insan eli ile hazırlanan platformlar üzerinde yuva kurmaya başlamış; 1992-1997 yılları arasında ise DSİ’nin göl su seviyesini 1 metre civarında yüksek tutması kuşların kuluçka yaptığı söğütlerin çürümesine neden olmuş. Bir elin yaptığını diğerinin bozmasına rağmen bugün pelikanlar hâlâ platformlarda üremeye devam ediyor.
Tepeli pelikanlar, 1990’ların başına kadar Türkiye’de 20’nin üstünde alanda ürüyordu ancak 2010 yılı itibariyle beş alanda kaldılar. Manyas Gölü kolonisi koruyamadığımız tepeli pelikanların küresel varlığı açısından büyük önem taşıyor. Milli parkın halihazırdaki yönetimi türün ülkemizdeki son sığınaklarından birini güvence altına alıyor.

Ne yazık ki önümüzdeki dönem meclise gelmesi beklenen “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” ile pelikanların varlığı da pamuk ipliğine bağlanıyor, çünkü yeni yasa “ üstün kamu yararı” adı altında milli parklara her türlü müdahale ve yatırımın yapılmasının önünü açıyor. Tasarının 31. maddesinin 6. bendinde “9/8/1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır” ifadesi yer alıyor. Tasarıyla ilki 1954 yılında ilan edilmiş ve bugün sayısı 40’ı bulan toplam 848 bin 119 hektarlık koruma alanı bir gecede gözden çıkarılabilir hale geliyor. Tasarıda korunan alan statülerinden biri olarak “milli park” statüsü yer almasına rağmen, bu alanların hangi usul ve esaslara göre yönetileceği, korunacağı belirsiz.

Milli Parklar Kanunu’nun bu tasarı ile birlikte yürürlükten kaldırılması, özellikle son dönemde sayıları hızla artan HES’lere karşı açılan davalarda Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanak ve bu düzenlemeyle beraber bu dayanak ortadan kaldırılıyor. Milli parklar ve HES’ler deyince aklıma ilk gelen Kaçkar Dağları Milli Parkı, bütün baskılara rağmen yıllardır Fırtına Vadisi’ne kalkanlık ediyor. 80’li yıllardan beri vadinin çeşitli yerlerinde suya el koymak isteyen şirketler mahkemelerin, yöre halkının ve akademisyenlerin kararlılığı sayesinde Fırtına’ya tümüyle gem vuramıyor.

Bu milli park, Türkiye’nin canlı çeşitliliği açısından en zengin coğrafyalarından birinde yer alıyor. Kanımca hem süregelen mücadeleden dolayı hem de eşsiz hayvan ve bitki varlığıyla bir doğa koruma anıtı. Alanda tespit edilen bitki türlerinin yüzde 23’ ünün endemik olduğu görülüyor. Son yıllarda merkezi otoritenin doğa korumayı, yatırıma tercih etmesi nedeniyle kentleşme, ikinci konut, yol yapımı, taşocakları ve hidroelektrik santralı yatırımları için bir cazibe merkezi haline getirilmek istenmekte. Ne yazık ki eko-turizm, doğa dostu tarım, bal üretimi gibi yöredeki yaşama zarar vermeyecek seçenekler öncelik sırasında hak ettiği yeri bulamıyor.

Kaçkar Dağları’na ilk gidişim 2001 yılında düzenli organize edilen doğa eğitimiyle olmuştu. Karadeniz Ormancılık Araştırma Enstitüsü’nde çalışan Dr. Oğuz Kurdoğlu’yla tanışmıştım. O 10 gün boyunca dağ göllerinden buzul vadilerine, yaylacılıktan atmacacılığa Kaçkar’ı Kaçkar yapan birçok değeri tanıma fırsatı bulmuştum. Fırtına’nın kıyısında Anadolu’da şimşirin meşcere yaptığı iki alandan birini görmüş, “kel başa şimşir tarak” atasözünde duyduğum son derece soyut kavramı zihnimde ilk kez somutlaştırma imkânı bulmuştum. Şimşir gölgeye çok dayanıklı bir ağaç olmasına rağmen çoğunlukla çalı formundadır. Sıklıkla gövde yapmaz ve bahçelerinizde bileklerinize kadar gelen sınır çalıları olarak kullanılır. Ancak bu ağacın Fırtına Vadisi’nde bulunan örnekleri, türün en dikkat çekici topluluklarını oluşturur. Burada ağaç çaplarının 8-32 santimetre arasında değişmesi ve boylarının 8-10 metreye kadar ulaşmasıyla anıt özelliği kazanırlar. Bu örnekler boylu olmalarına rağmen gelişimleri için yüzlerce yıl gerekiyor ve 12 yıl önce dahi bu şimşirlerin sular altında kalması söz konusuydu. Halihazırda kenarından geçen yol inşaatı nedeniyle de birçok bireyin yara aldığını görmüştük. Bu kadim ormanlara savaş açan kalkınma hırsına karşı bir hiddetin düşmesi ilk o günlere rastlar. “Nasıl oluyor” demiştim, “Burası milli park… Milli parklar bir ulusun gururudur!”

Yeni yasa tasarısı, milli parklarımızın yaban hayatı sığınaklarından piknik alanlarına doğru evrilmesi tehlikesini de getiriyor. Halihazırda Ankara Kızılcahamam’daki Soğuksu Milli Parkı’nda birçok tesis bulunuyor ama bunların sayısının artması konusunda büyük bir baskı var. Oysa bu parkta Batı Palearktik’in (Avrupa ve Akdeniz bölgesinin) en büyük kuşu, kara akbaba yaşıyor. Kanat açıklığı 3 metreyi bulan kara akbabalar Soğuksu Milli Parkı semalarında süzülüyor ve çevredeki yaşlı karaçamlarda yuvalanıyorlar. Bu canlılar insanların üreme döneminde rahatsız etmelerine karşı çok hassas ve yuva yerlerinin sayısı da sınırlı. Türün tercih ettiği yaşlı karaçamların korunması ve üreme zamanı ziyaretçi yönetiminin iyi yapılması gerekiyor. Orman Genel Müdürlüğü korunan alan çevresinde işletme faaliyetlerini türe fayda sağlayacak şekilde yürütüyor ve bu uygulama ülkemizdeki ilk örneklerden. Bu dünya mirası yasalarla korunmazsa Ankara şehir merkezine yakınlığı nedeniyle doğal zenginliklerini kaybetmesi kesin. Bölgeye daha çok otel ve tesis yapıldıkça belki de kara akbabalar yıllardır kullandıkları yuvalarını değiştirmek zorunda kalacaklar.

Türkiye’deki milli parkların birçoğu, hem yüzölçümü hem yer seçimi bakımından yetersiz olsa da yaban hayvanlarının son sığınaklarıdır. Mesela son ilan edilen milli parklarımızdan Sarıkamış, Allahüekber Dağları Milli Parkı esasında tarihsel önemiyle halkın tanıdığı bir bölge. Kurtların hâlâ sürüler halinde gezdiği, ayıların kışın çöpleri karıştırdığı belgesel tadında bir coğrafya. Burada Türkiye’nin en verimli sarıçam ormanlarının arasında Sibirya’dan bir parça buluyorsunuz. Erzurum Şenkaya’da yer alan göletlerde normalde dünyada, İskandinavya kıyılarından önce göremeyeceğiniz kadife ördeklerin (Melanitta fusca) buzul çağlarından kalma izole bir grubunun mülteci gibi burada yaşamaya devam ettiğine tanık oluyor ve şaşırıyorsunuz. Ormanlarında muhtemelen insan eliyle getirilmiş, kışın rengi beyaza çalan Sibirya alttürü kızıl sincaplar yaşıyor. Odun varlığı açısından ülkemizin en değerli ormanları milli park olarak bütün bu zenginliğe ev sahipliği yapıyor.

Hemen Kuzeyde Artvin’de “V” şeklinde bir vadi boyunca Hatila Vadisi Milli Parkı uzanır. Milli park, Anadolu’nun yağmur ormanı diye adlandırılabilecek tek bölgesinde yer alır. Bölgeye yıllık ortalama 3000 milimetrenin üzerinde yağış düşer. Kafkasya’da bulunan beş ormangülü türünü de içeren nadir bitki varlığını kapsayan bu bölge eşsiz orman örtüsüne sahiptir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, dünyanın en nadir sürüngen türlerinden Hopa engereğinin (Vipera kaznakovi) alanda yaşadığını tespit etmiştir. Hatila Vadisi’ne Artvin merkezden nefes kesici tarihi bir Rus yoluyla ulaşılır. Yanınızda uzanan uçurumlar boyunca aldığınız her viraj nefes keser. Hatila Vadisi Türkiye’deki en yaban alanlardan birisi. Yaşlı ağaçlarında bir yaşlı orman uzmanı olan kara ağaçkakanlar yaşar, Türkiye’deki şimdiye kadar karşılaştığım en yoğun kara ağaçkakan popülasyonu bu milli park sınırları içinde diyebilirim. Likenlerle kaplı ladin ve göknar ağaçlarının arasında yürürken su sesinden kuşlar bile duyulmaz, işte “karanlık orman” diye bilinen bu ormanlar buraya uyum sağlamış yeşilimsi çıvgın sesleriyle yankılanır. Milli parkın zirvesinde sükûnetlerini asaletleriyle süsleyen Pleistosen kalıntısı dağhorozları nümayiş yaparlar.

Ülkemiz milli parklarına bakıldığında yüksek dağların ve ormanların iyi temsil edildiğini görürüz. Bu da duvar tırmaşık kuşu, urkeklik, kaya uyuru, kuzeyde çengel boynuzlu dağkeçisi, hatta alçak vadilerde ve güney bölgelerde yabankeçisi gibi türlerin alanlara sığınmasını sağlar. Mesela Aladağlar, Saklıkent gibi milli parklar turizm açısından önemli alanlar olmakla beraber aynı zamanda zengin yabankeçisi popülasyonlarını destekler. Çam balıyla ünlü Marmaris Milli Parkı şehrin hemen dibinde kalmış gibi görünse de anakaradaki gruptan ayrı kalmış ufak bir ayı popülasyonu barındırır.

Anadolu’nun güney ve güneybatı kıyıları onca tatil cennetinin yanı sıra Türkiye’nin nadir kedigillerinden karakulağa (Caracal caracal) ev sahipliği yapar. Dilek Yarımadası Milli Parkı, Güllük Dağı Milli Parkı gibi alanlarda hâlâ karakulakların yaşadığı belgelenmektedir. Dilek Yarımadası Milli Parkı hem karasal hem denizel açıdan çok önemli bir alandır. Yol ağının son derece zayıf olduğu milli parkın büyük bir kısmına girilemez, Ege’nin en özel maki toplulukları bu sığınakta yer alır. Çok yakın bir zamana kadar Anadolu leoparının da yaşadığı bu bölgede, dağlarda gezildiğinde Roma döneminden kalma leopar kapanları görülür. Sarp kayalıklarında yer alan mağaralarda Akdeniz’in en nadir deniz memelisi Akdeniz foku yaşar. Kıyıların tamamına yakınının turizme açılması gibi bir vizyonla koylarda tesisleşmeye başlanması, sadece Akdeniz foku değil bütün kıyı ekosistemini tehdit ediyor. Alanların milli park statüsü, sesi çıkmadan yok olup giden binlerce canlının korunması için güvence.
Bir ağaç türü düşünün, dünyadaki varlığının tamamı bir milli parkla sınırlı olsun! Kazdağı göknarının (Abies equitrojani) dünya dağılımının tamamı Kaz Dağları’yla sınırlıdır ve bunun önemli bir kısmı milli park sınırları içerisinde yer alır. Kaz Dağları son yıllarda maden aramak için yapılan kesimler ve yakınında yer alan Bergama’daki altın madeniyle sık sık gündeme gelen bir alan. Alan milli park olmasına rağmen kesimler ve maden arama çalışmaları sürüyor. Bölgede şimdiye kadar üstün kamu yararı yöre halkının, su kaynaklarının lehine değil maden şirketlerinin lehine işlemeye başlamış durumda. Burada açıkça görüyoruz ki üstün kamu yararı dünyada başka bir yerde bulunmayan bir ağacın korunmasından yana çalışmıyor. Açılan yollara, sondaj kuyularına baktıkça içim sıkılıyor.

Endemik ağaçlar için ilan edilmiş bir milli parkımız daha var. Kovada Gölü Milli Parkı, 6 bin 551 hektarlık alan Anadolu’ya özgü kasnak meşelerini (Quercus vulcanica) barındırıyor. Tekrar doğuya hareket edersek Yeşilçam bilimkurgu filmlerinin vazgeçilmez seti olarak da tanıdığımız Göreme Milli Parkı’na varırız. Erciyes ve Hasan Dağı volkanizmalarının lav ve tüflerinin üstünde oluşan peribacalarıyla nefes kesen, yüzyıllar boyu insanlara ev sahipliği yaptığı gibi nesli küresel ölçekte tehlike altında bulunan küçük akbabalara (Neophron percnopterus) da kucak açar. Küçük akbabaların dünya nüfusu yırtıcılara karşı zehir kullanımı, ağır metal zehirlenmesi, büyükbaş hayvanlarda kullanılan Diclofenac ilacı gibi nedenlerle son 45 yıl içerisinde yarı yarıya azalmıştır. Yuvalanmak için mağaraları tercih eden göz alıcı siyah beyaz renge sahip küçük akbabaların Beypazarı’ndan sonra Anadolu’da bilinen en büyük ikinci popülasyonu bu bölgede yaşar. Milli parkın korunması türün devamlılığında küresel önem arz eder.

Tek Tek Dağları Milli Parkı ise ülkemizde ceylan (Gazelle subgutturosa) ve çöl varanlarının (Varanus griseus) son sığınaklarındandır. Ceylanlar 1960’lı yıllara kadar Güneydoğu Anadolu’nun birçok yerinde yaşayan dünya sevimlisi, sürücül otçullardır. Erkekleri çiftleşme döneminde dişiler için kavga ederler. Ceylanların özellikle avcılık baskısından dolayı sayılarının azalmasından dolayı bir kısmı Ceylanpınar Üretme Çiftliği’nde güvence altına alınmış, bir kısmı da Suriye sınırındaki mayınlı bölgeye sığınarak hayatta kalmayı başarmışlardır. Çöl varanları da ceylanlarla aynı kaderi paylaşırlar; boyları 1,5 metreye ulaşan çöl varanları, özellikle Güneydoğu’da insanlar tarafından görüldüğü yerde öldürülmeleri ve yaşam alanlarının sulu tarıma açılması nedeniyle adalar halinde dağılım gösterir. Bu iki türü bir arada koruyan tek milli parktır.

En hayran olduklarımdan biri ise Munzur Vadisi Milli Parkı. Munzur Çayı’nın sularıyla yaşam bulan, nesli tehlike altına girmeye yakın alaca sinekkapanların akarsu vadilerinde, sıvacı kuşları ve çütre sesleri eşliğinde yavru çıkardığı bir coğrafyada yer alıyor. Alanda 1583 tane bitki türü tanımlanmış ve bunlardan 43 tanesi dünyada sadece Munzur Vadisi’nde yaşıyor. Zirvesinde bir Anadolu endemiği olan kaya yediuyuru (Dryomis laniger) en kuzey dağılımına ulaşıyor. Munzur Çayı’nın gözünün de yer aldığı Ovacık, yöre halkının ziyaret ettiği, şenlikler yapılan ve Munzur’daki yaşamın temelini oluşturan su kaynağı. Bu su kaynağının kullanım hakkı günümüzde özel bir şirkete 49 yıllığına devredilmiş ve Munzur Çayı üstünde birçok HES yapılması planlanıyor. İlk gördüğüm anda nefesimi kesen harika bir ırmak Munzur, tam bir milletin onuru olarak anlatacağımız türden, bir diğeri ise Meriç.

Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan sınırında yer alan Meriç Nehri’nin ucunda bulunan Gala Gölü Milli Parkı nehrin deltasında oluşmuş bir tatlı su gölü. Kışın on binlerce ördek ve kuğuya ev sahipliği yapıyor, göç döneminde tepeli ve ak pelikanlar hiç eksik olmuyor, her mevsim bereket ve kuşla dolup taşıyor Meriç Deltası. Buraya sığınan kuşlar milli parkın bekçileri sayesinde huzur buluyorlar. Zira dışarıda onlara huzur yok, çıktıkları anda eli tüfekliler anında kuşların peşine düşüyor. Birçok kez gölden havalanıp Yunanistan’a doğru giderken vurulan kuş gördüm burada. Bu koruma alanı ve fedakâr personelleri kuşlara en soğuk günlerde kucak açıyor. Ayrıca milli park statüsü her tarafı kaplayan çeltik tarlalarının alanı işgal etmesini de engelliyor.

40 milli parkımız Türkiye’nin canlı çeşitliliğinin korunması için elinden gelen katkıyı sağlıyor ve doğa koruma hareketinin Cumhuriyet boyunca kazandığı başarıların önemli bir kısmını temsil ediyor. Ancak hem nitelik hem nicelik olarak biyolojik çeşitliliğimizin korunması için yetersiz. Anadolu’nun doğası çok çeşitli, Türkiye’de bulunan bitki taksonu sayısı 10 bin 765 civarında ve bunun üçte biri endemik. Doğa Derneği’nin Önemli Doğa Alanları çalışmasına göre Türkiye’de 305 ÖDA bulunuyor. Bu alanlar yüzölçüm olarak Türkiye’nin yüzde 26’sını kaplıyor ve biyolojik çeşitliliğin yaklaşık yüzde 90’ı bu alanlarda bulunuyor. Bugün Türkiye’de yaşayan her iki endemik bitki türünden biri, her endemik üç içsu balığı türünden ikisi, endemik kurbağa türlerinin neredeyse tamamı, üreyen her üç kuş türünden biri küresel veya ulusal ölçekte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu tükenişin durdurulması için önemli doğa alanlarının büyük bir kısmının güvence altına alınması gerekiyor.

Canlıların yok oluşunun önüne geçmek için ulus olarak küresel bir sorumluluğa sahipken, ülke yüzölçümünün yalnızca yüzde 5’ini oluşturan korunan alanlarımızı dahi “kalkınma/ekonomik fayda” gerekçesiyle yatırımlara açmaya çalışıyoruz. Ülkemizdeki en güçlü doğa koruma yasalarından Milli Parklar Kanunu’nun yürürlükten kaldırılması ve “üstün kamu yararı” gerekçe gösterilerek sulandırılması yerine mirasımıza sahip çıkabileceğimiz, kâğıt üstünde değil şeffaf mekanizmalarla katılımcılığı sağlayan yeni bir “ Tabiatı Koruma Kanunu Yasa Tasarısı” hazırlanması kamu vicdanını rahatlatacaktır.
SÜREYYA İSFENDİYAROĞLU, DOĞA DERNEĞİ BİLİM KOORDİNATÖRÜ

 

ATLAS AĞUSTOS 2013/SAYI:245

Foto Galeri

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap