Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya Marmara’nın Gölleri / Hayallere Dalmak

Marmara’nın Gölleri / Hayallere Dalmak

Ayşegül Parlayan Özalp

Atlas Arşivinden (2012) Marmara’nın Gölleri: Her daim mavi ve yeşilin tonlarıyla çalkalanan ılık göller, hem ovalara bereket saçıyor, hem zengin bir yaşama kucak açıyor. Bu göllerin derinliklerinde salınan bitkiler, kıvrılarak kayan balıklar, envai çeşit canlı eşsiz görüntüler sunuyor. Atlas’ın sualtı fotoğrafçısı Ali Ethem Keskin, Marmara Bölgesi göllerinin saklı güzelliklerini aradı.

Diğer yolcular gibi ben de çocukluğumdan bu yana defalarca Marmara Bölgesi’ndeki göllerin yakınından geçtim. Hayran hayran baktım onlara, manzaralara dalıp gittim. Türkiye’nin en işlek karayollarının çevresinde sıralanan bu göllere çoğumuz aşinayız; peki bu doğa varlıkları derinlerinde neler gizliyor, suyun altında nasıl bir dünya uzanıyor? Marmara’nın tatlı sularının sırlarını keşfedeceğim projeyi başlatan işte bu meraktı. Terkos, Sapanca, Ulubat ve diğerleri… Bu benzersiz doğa değerleri bir yandan da çok sayıda sorunla karşı karşıya; kirlilik, yapılaşma, hatalı projeler onları tehdit ediyor ama göller yine de ısrarla hayata tutunmaya çalışıyor. Bu güzellikleri belgelemek ve korunmaları için çaba göstermek gerekiyordu. Onun için de malzemelerimi kuşanıp suya dalmalıydım…

KAYIP KAYNAK: TERKOS GÖLÜ

Yaşadığım yere en yakın gölden, yani İstanbul il sınırlarındaki Terkos’tan başladım. Terkos Gölü’nde kano turları yapan Levent Keçeci’yle kıyıları inceledik; hangi noktalarda dalış yapacağımızı belirledik. Ardından gölün balıkçılarından Nejat Reis’in teknesiyle doğu kıyısına gittik. Gölün kıyıya yakın bölümleri nilüfer tarlası görünümündeydi ve diğer kısımlarla karşılaştırıldığında su oldukça berraktı. Dalış arkadaşım Murat Benderli’yle kendimizi suya bıraktık. Kökleri gölün dibine kadar uzanan nilüferlerin oluşturduğu bu eşsiz cennetin labirentlerinde dolaştık. Yüzeydeki nilüfer yaprakları arasından süzülen güneş ışığının seyrine doyamadık. Tam bu sırada bir tatlı su yılanı üzerimden, benim varlığımdan hiç rahatsız olmadan kıvrıla kıvrıla geçip gitti. Kıyı çizgisinin yakınında, söğüt ağaçlarının arasında yeni doğmuş sazanların oluşturduğu sürüler bulutları andırıyordu.
Terkos’un dibindeki su kaynaklarından birine ulaşmayı da amaçlıyorduk. Nejat Reis bir saatlik yolculuktan sonra bizi kaynakların bulunduğu noktaya ulaştırdı. Kaybolmamak için uzun bir ipin uçlarını sımsıkı tutarak dibe kadar daldık. Görüş uzaklığı bir metreydi, kolumdaki pusulayı bile zor seçiyordum. Boşta kalan elimle dibe dokundum, kum ile balçık arası bir kıvamdaydı, ayrıca yoğun midye kolonileri vardı. Bir süre dibi taradıktan sonra yüzeye çıkmaya karar verdik. Terkos’un kaynağını bulamamıştık, bu keşif bir sonraki projeyi beklemek zorundaydı…

DENİZLE KUCAKLAŞMA: DALYAN GÖLÜ

Bursa’daki Dalyan Gölü’nü, yörede yaşayan arkadaşım Alper Tüydeş’le inceledim. Karacabey ilçesinde, Kocaçay Deltası’nda bulunan Dalyan, Poyraz Gölü olarak da biliniyor. Burası, gizemli iç dünyasıyla sonsuz keşif imkânı sunan bir sualtı bahçesi adeta.

Dalyan Gölü longozla, diğer adıyla subasar ormanla bütünleşmiş bir yer; iki alan birbiriyle iç içe. Göl kış aylarında akarsuların getirdiği suyla büyüyor ve longoz ormanlarının büyük bir bölümüne yayılıyor. Dalyan Gölü kışın Marmara Denizi’yle de birleşiyor. Çünkü doğal bir baraj vazifesi gören ve gölle denizi ayıran kum yığını, kışın zaman zaman dalgaların etkisiyle kayboluyor. Bazen günlerce açık kalan ağız daha sonra yine kapanıyor. Bu süreçte göl başka misafirler de ağırlıyor, tuzlu su balıkları göle giriyor. Deniz suyunun yoğun olarak kaldığı yerlerde yaşayan bu balıklar, şansları varsa bir sonraki dalgayla yıkılan barajdan Marmara’ya geri dönüyor.

Ormanın içerisine taşan gölün bu kısımlarında sudaki kızıllık göze çarpar. Longoz ormanının içerisinde ağaçlardan yere düşerek suyun içinde kalan dal ve yapraklardan dolayı suyun rengi kızıla dönüyor. Çünkü ormanın tabanının neredeyse tamamı yaprak, dal ve çalı parçaları ile kaplı. Türlü türlü ördekler, flamingolar hatta kuğular, bunların yanında üveyikler, angıtlar, tepeli pelikanlar, sülünler, saz kedileri, kunduzlar göl ve ormanın başlıca konukları arasında. Bir başka efsanevi tür ise yılanbalıkları. Bir zamanlar Karacabeyde’ki balık tezgâhlarında yeri boş kalmayan bu balıklar şimdi sadece sohbetlerde anılıyor. Yılanbalıklarının yok olmasının nedeni ise Bursa’dan gelerek Kocaçay Deltası’nda denize dökülen Nilüfer Çayı’nın getirdiği kirlilik.

Dalyan Gölü’nün derinliklerini hep merak etmiştim. Yüzeyi kaplayan nilüferler acaba sualtından nasıl görünüyordu?
Gölün derinliklerinde hangi canlılarla karşılaşacaktım? Boğazköy’ün girişinden toprak bir yola saptık. On beş dakika ilerledikten sonra Longoz ormanının içindeydik. Bir süre sonra Karacabey’de gazetecilik yapan Alper Tüydeş arabadan inerek yan taraftaki göleti işaret etti, suya bakmamı ve incelememi söyledi. Su sadece yarım metre derinliğindeydi. Suyun hemen hemen her tarafı papatyayı andıran otlar ve nilüferlerle kaplıydı. Yola yakın kısımda ise bir metre genişliğinde açık bir kanal vardı. Boyları birkaç santimi geçmeyen balık sürüleri, kurbağa yavruları, tatlı su yılanları, dalgıç böcekleri tutunduğu yeri beğenmeyip başka bir yaprak aramak için dolaşan tatlı su salyangozları adeta bir sirk gösterisi finalindeki gibi önümüzden geçip durdular. Bu ufacık alanda gözlemlediğim en ilginç canlı ise sülüklerdi. Yassı ve uzun bir kurdele şeklinde, bir uçurtmanın kuyruğu gibi dalgalanarak yüzdüklerini gördüm. Buradan sonra Dalyan Gölü’nün Marmara Denizi ile birleştiği kıyılara yöneldik. Dizime kadar gelen sularda nilüfer yaprakları ve papatyalar arasında dolaşıp yeni açmış nilüfer çiçeklerini sualtından görüntüledim. Çürümüş yaprakların etkisi ile suyun rengi kızıla dönüşmüştü. Güneşin akşamüstü etkisini kaybetmesi ile birlikte dönüş yoluculuğumuz başladı.

PARLAK GÖZ: İZNİK GÖLÜ

Marmara’nın parlayan gözü İznik Gölü’ne ilk kez 15 yıl önce bir mart sabahı dalış arkadaşım Fehmi Şenok’la konuk olmuştum. Dalışımız sırasında bol bol kerevit görmeyi ümit ediyorduk. Ancak sualtında görüş mesafesi o kadar kısaydı ki neredeyse benimle omuz omuza yüzen dalış arkadaşımı bile görmekte zorluk çekiyordum. Suyun sıcaklığı beş dereceydi, derine indikçe soğuk içimize işlemeye başladı. Dalışımızı beş dakikada tamamlamıştık. Mart ayında dalış yaparak hata yapmıştık; bu kez yaz aylarında şansımı denemeye karar verdim.

Hikmet Orakçı ve oğlu Faruk’la İznik Gölü’nün kuzey kıyılarında uygun bir mevkide dalış yapmak üzere hareket ettik. Kıyıdan dalarak gölün içlerine doğru ilerledik ve ortalama on metre derinlikte dolaştık. Dipte kerevitler yürüyordu. Görüş uzaklığı dört metre civarındaydı. O güne dek birçok gölde dalış yapmama rağmen sualtında hiç yayınbalığı görmemiştim. Hikmet feneri ile ikaz edip kayaların altına bakmamı istedi. Sonunda yavru da olsa yayınbalığını ilk defa İznik Gölü derinliklerine gördüm. Kıyıya dönüşte dipteki balçık ile kum arası zeminin üzerinde kıvrılmış bir durumda keyif yapan bir tatlı su yılanı ile karşılaştık. Görüşün fazla olmamasına rağmen göldeki canlılık bizi mutlu etmişti.
İznik Gölü’nü besleyen su kaynaklarından biri de Orhangazi yakınlarında bulunan Ilıpınar. Kaynağın önüne taştan bir baraj yapılmış ve Ilıca Göleti oluşmuş. Çevredeki elma ve zeytin tarlaları buradan alınan suyla sulanıyor. Ancak bahar aylarında ilaçlama için tankerlerle su çekilmesi sırasında borularda kalan ilaçlar suya karışıyor ve göleti zehirliyor. Gölün dibindeki kesif yosun tabakası da bu kirlenmenin en açık delili. Bu zehirlenmeye karşın tek teselli göleti besleyen tatlı su kaynağı. Debisinin yüksek olması nedeniyle gölet kısa sürede temiz suyla doluyor. Ancak boşalan su da İznik Gölü’ne boşalıyor! Gölette yaptığım dalışlarda sazan sürüleri, tatlı su yengeçleri, tatlı su yılanları, kurbağalar ve tatlı su kaplumbağaları ile karşılaştım.

YEŞİL YUVA: SAPANCA GÖLÜ

Dalış arkadaşım Taner Günal’la birlikte Sapanca Gölü’nün güney kıyılarını inceledik. Bu kısımda büyük oranda özel arazi veya turistik tesis bulunduğu için dalış noktası bulmakta zorlandık. Üstelik kıyıya paralel yerleştirilmiş, su sporları kulüpleri tarafından kullanılan onlarca duba dalış açısından bazı riskler ortaya çıkarabilirdi. Bu nedenle kuzey kıyılarına yöneldik. Sonunda Aşağıdereköy kıyısından göle girdik. Suyun yüzeyinden dip oldukça berrak görünüyordu. Suyun altındaki ilk metrelerde ince uzun tatlı su bitkileri ve dibi bir maki örtüsü gibi kaplayan yeşillik Amazon Havzası’ndaymışız hissini veriyordu.
Derinlere doğru yavaş yavaş süzülürken dönüp su yüzüne doğru baktım. Görüntü olağanüstüydü. Ön planda sanki bambaşka bir dünya hissi veren yemyeşil doku ve arkada yer alan ağaçlar büyüleyici bir harmoni oluşturmuştu. Yaprakların üzerinde boyları birkaç santimetreyi geçmeyen tatlı su salyangozları dolaşıyordu. Derinlere doğru yöneldik. Sualtında görüş uzaklığı yaklaşık altı, yedi metreydi. Bir göl için iyi bir görüş demekti. Yemyeşil bir halı gibi dibi kaplayan bitki örtüsü, sazan balıklarına doğal bir yuva olmuştu. Yavru sazan sürüleri yol gösterircesine bizimle birlikte yüzüyordu. Dipte yer yer kumluk ve taşlık alanlar vardı. Bu kısımlarda da sazan yavrularının ve tatlı su midyelerinin hükümdarlığı sürmekteydi. Dipteki kayabalıkları sürekli yer değiştiriyor ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışıyordu.
Bu kargaşayı izlerken denizlerde rastladığımız iğnebalığı dikkatimizi çekti. Tatlı suda bu balığı ilk defa görüyordum. Yengeçler, salyangozlar ve karidesler bir biçimde tatlı suya uyum gösterebiliyor ama iğnebalığının bunu başardığına hiç şahit olmamıştım. Bir saate yakın süre dipte ilerledikten sonra on iki metre derinliğe ulaştık. Su aniden soğudu ve berraklaştı. Kısa bir süre daha dolaştıktan sonra dönüşe geçtik. Sapanca Gölü’nde dalmak bizim için çok özel bir deneyim olmuştu.

SAZLARIN ALTINDA: ULUBAT GÖLÜ

Ulubat dalışı için gölün kuzeybatı kıyılarını seçtim. Çünkü karayoluyla dalış malzemelerini bu noktaya taşımak oldukça kolaydı. Kıyı, gölün çeşitli noktalarından kopup rüzgârla taşınmış uzun saz yığınlarıyla kaplıydı. Sazların varlığı ise burada sülük varlığının çok fazla olabileceğinin işaretiydi. Bu nedenle dalış elbiselerimi giyerken vücudumun hiçbir tarafının açık kalmamasına dikkat ettim. Gösterdiğim tüm özene rağmen suya girdikten birkaç dakika sonra boynumda dayanılmaz bir acı hissettim. Tüm çabalarıma rağmen elbisem ile başlığımın birleştiği kat yerinden bir sülük girip boynumu ısırmıştı. Can havli ile sülüğü çekip attım. Sonra da suyun altındaki zengin canlı yaşamını görüntülemeyi sürdürdüm. Sudan çıktıktan sonra dalış elbisemin sülüklerle kaplı olduğunu gördüm. Daha önce sülüklerin bu kadar yoğun olduğu bir ortam görmemiştim. Kıyıya yakın bölümler yoğun bir biçimde nilüferlerle kaplıydı. Yapraklarının alt kısımları tatlı su salyangozları, sülükler, yavru gümüşbalıkları ve karidesler için korunaklı birer yuva görevi görüyordu. Gölün içlerine doğru nilüferler seyrekleşti. Görüş uzaklığı da azalmaya başladı. Ulubat Gölü kıyılarındaki dalış maceram da böylece sonlanmış oldu.

KÖPÜK DERYASI: SUUÇTU ŞELALESİ

Şelalelerin döküldüğü noktalarda oluşan küçük göllere dalmanın heyecanını daha önce birçok kez yaşamıştım. Şimdi sırada Suuçtu Şelalesi vardı. Suuçtu Şelalesi, Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinin 17 kilometre güneyinde, Çataltepe mevkiinde yer alıyor. 38 metreden dökülen suların altında oluşan gölün derinliği iki metre. Suyun altında, köpük bulutlarının arasında yüzlerce balık, dereden gelen besinleri kapmak için birbirleriyle yarışıyordu. Bu büyük mücadeleyi dakikalarca seyrettim. Sudan çıktığımda tir tir titriyordum, suyun dondurucu soğukluğunu bile unutmuştum.

MAVİ NOKTALAR: ULUDAĞ’IN BUZUL GÖLLERİ

Diğer birçok yüksek dağ gibi Uludağ’ın yükseklerini de buzul gölleri süslüyor: Kilimli Göl, Kara Göl, Buzlu Göl ve Aynalı Göl… Alaçam köyünden başlayan toprak yolda iki saatlik bir yolculuktan sonra Uludağ’ın buzul göllerine ulaştım. Bunların içinde özellikle Kilimli Göl, ev sahipliği yaptığı canlıların çeşitliliğiyle dikkat çekiyordu. Derinliği on metre olan gölün dibi tatlı su bitkileriyle kaplıydı. Beni en çok etkileyense ufak kırmızı noktalardan oluşan kırmızı bir buluttu. Suda yüzen böcek larvalarıydı bunlar. Dipteki bitkilerin dalları üzerinde ise tatlı su salyangozları geziniyordu.

Terkos’tan Sapanca’ya, İznik’in, Uludağ’ın buzul göllerine, Marmara’nın göllerindeki hayatı belgeleyen çalışmanın sonuna gelmiştim. Ortaya çıkan görüntüler insana yorgunluğunu unutturacak kadar muhteşemdi.

Fotoğraf: İznik Gölü’nü besleyen su kaynaklarından biri de Orhangazi yakınlarında, Keramet köyünde yer alan Ilıpınar. Kaynağın önüne taştan bir set çekilmiş ve burada küçük bir gölet oluşmuş. Ilıcanın ılık suyu sayesinde gölette yılın tamamında yüzülebiliyor. Sonbaharın gelmesi ile birlikte Ilıca Göleti’nin yüzeyinde çınar ağaçlarının dökülen yaprakları yüzüyor.

Yazı ve Fotoğraflar: Ali Ethem Keskin

Atlas Kasım 2012 / Sayı 236

TÜRKİYE’NİN 10 GÖLÜ

Türkiye’nin 10 Gölü

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap