Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya Estetik Tehlike

Estetik Tehlike

Ayşegül Parlayan Özalp

Onlarca yıl bozulmuyorlar çünkü pek çok kimyasalla hücrelerine dek doyurulmuşlar. Çevre düzenlemelerinde çok hoş görünüyorlar ama öylesine de zehirliler! Ahşap demiryolu traversleri tehlikeli atık olarak değerlendirilmesi gerekirken estetik görünümleri nedeniyle parkları, bahçeleri süslüyor hatta su havzalarında bile yer alıyorlar. Acil yasal düzenlemeyle kullanımlarının bir an önce yasaklanması gerekiyor.

Yazı: Alper H. Çolak, Simay Kırca, S. Nami Kartal / Fotoğraf: Turgut Tarhan

Doğanın insanoğluna bahşettiği en önemli yapı malzemelerinden biri ahşap; yüzyıllardır evlerden saraylara ve hatta dini yapılara kadar pek çok alanda kullanılıyor. Hem insan ile doğa arasında bir bağ kurması, hem de çok fonksiyonel olması nedeniyle bu malzeme halen mimari yapılarda ve çeşitli peyzaj düzenlemelerinde sevilerek kullanılmaya devam ediliyor. Elbette bu çok olumlu bir yaklaşım ve bu tip uygulamalar insanın dünya üzerinde bıraktığı yapısal izlerin estetik değerini ve doğayla uyumunu arttırıyor. Fakat acaba “her ahşap malzeme” gözümüzü ve ruhumuzu beslediği gibi, doğanın korunması ve bizlerin sağlığı açısından da sandığımız kadar olumlu mu?

Bir Yüzyıl Bozulmamanın Sırrı
Ahşabın sıcaklığını, estetikliğini ve doğallığını günümüzde hiçbir maddenin alamadığı bir gerçek ve tam da bu nedenle ahşap yaşamamızın bir parçası olmuş durumda. Ancak ahşap organik kökenli olduğu için, kendi haline bırakıldığında doğası itibariyle bakteriler, mantarlar ve odun böcekleriyle zarara uğratılarak parçalanır. Ahşabı bu tür etkilerden koruyan çeşitli maddelerle “emprenye” adı verilen bir işlem gerçekleştiriliyor. Emprenye, dış etkilere karşı korunmuş hale getirmek için ahşabın hücrelerine çeşitli kimyasal maddeler vererek normal kullanım süresinin 5-10 kat uzatılmasıdır. Böylece kimyasalların emdirildiği yani emprenye edilmiş ahşap uzun yıllar biyolojik bozunmaya uğramadan yapılarda, telefon direkleri, çitler ve demiryolu traverslerinin yanı sıra peyzaj uygulamalarında çocuk oyun alanları, banklar, pergolalar, piknik masaları, merdivenler, yürüyüş yollarını veya çeşitli alanları sınırlayan bordürler gibi çok çeşitli alanlarda kullanılabiliyor.

Aslında ahşabın korunmasına ilişkin uygulamalar çok eskilere dayanıyor, fakat bu malzemenin kimyasal maddeler kullanılarak korunması konusundaki ilk araştırmalar 1657 yılında Alman kimyager Johanson Glauber tarafından yapıldı. 1800’lü yıllarda kimya biliminin gelişmesiyle birlikte, ahşabın korunmasına yönelik çok miktarda kimyasal bileşik bulundu. Nitekim 1817 yılında İngiliz William Chapman, gemilerde ağaç malzemenin kullanma süresini uzatmak için bugün de kullanılan birçok maddenin listesini daha o zamanlar hazırladı. Ancak bu bileşiklerin ortak özelliği “çok zehirli” olmalarıydı. 1831 yılında Fransız Jean Robert Breant, kapalı bir çelik kazanda basınç altında uygulanan bir emprenye metodunun patentini almıştı. Bu yöntemde önce vakum yapılmakta, daha sonra basınç altında koruyucu maddeler ağaç malzeme içerisine enjekte edilmekteydi. Bu yöntemin keşfinden önce ise çeşitli eriyikler odun dokuları üzerine fırça ile sürülmekte veya odunsu materyal eriyiklerin içerisine batırılmaktaydı. ABD’de ise kreozot 1836 yılında patentli olarak kullanılmaya başlanmış, 1838’de John Bethell’ın bulduğu aynı isimli metotla basınçlı uygulamalar yapılmıştı. Bundan yaklaşık 70 yıl sonra 1902 yılında Alman Max Rüping yeni bir metotla kreozot kullanarak ahşap malzemelerin korunmasını gerçekleştirdi. Tarihsel süreç içinde diğer bir önemli gelişme ise 1932 yılında Almanya’da John Howard Kyan’ın demiryolu traverslerini, üzeri açık taştan yapılmış havuzlar içerisindeki cıva klorür eriyiğine batırarak yeni bir yöntem geliştirmesidir.

Elbette kullanılan kimyasallara göre değişen farklı ahşap koruma yöntemleri var, fakat 1681 yılından beri bu tür endüstriyel işlemlerinde “kreozot”un kullanıldığı biliniyor; birçoğumuzun farkında olmadığı çevresel ve sağlık sorunlarını da beraberinde getiren bir karışım bu. Kreozot, maden kömürü katranının destilasyonu sırasında, çok büyük oranda yüzlerce değişik organik karakterde bileşiklerin karışımından oluşuyor. Bunların çoğu aromatik hidrokarbonlar olup, yaklaşık yüzde 1-3’ü katran asitleri ve yüzde 1-3’ü katran bazları içeriyor. Katran asitleri, özellikle buharlaşma, yıkanma ve polimerizasyon sonucu ahşap malzemeden oldukça hızlı ayrılmaktadır. Katran yağlarının yapısındaki benzopren ise son derece “kanserojen” olarak tanımlanıyor. Kreozot ile koruma işlemi ise, ülkemizde esas olarak ahşap demiryolu traverslerinin yapımında uygulanmıştır.

Denizli - Afyonkarahisar demiryolu hattı Çardak ilçesinden, Acıgöl yakınlarından da geçiyor. Demiryolu hattının ahşap traversleri onlarca yıl zamana meydan okuyor; içerdikleri kimyasallar sayesinde bozulmadan günümüze kadar gelebiliyorlar.

Denizli – Afyonkarahisar demiryolu hattı Çardak ilçesinden, Acıgöl yakınlarından da geçiyor. Demiryolu hattının ahşap traversleri onlarca yıl zamana meydan okuyor; içerdikleri kimyasallar sayesinde bozulmadan günümüze kadar gelebiliyorlar.

Türkiye’de ilk olarak 1915 yılında Denizli’de ve daha sonra 1930-1931 yıllarında İzmit’te kurulan ve uzun yıllar Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi (TCDD) tarafından işletilen emprenye tesislerinde, kreozot ile koruma işlemi uygulanarak ahşap demiryolu traversleri, tel direkleri ve diğer ahşap malzemeler üretildi. 1970’li yıllardan sonra özel sektörün bu konuda girişimleri oldu ve son olarak da 1987 yılında Adana’da yine özel sektöre ait bir kreozot emprenye tesisi kuruldu. Bu süreç içinde 1980’lerde yıllık ortalama 20 bin metreküp dolayında travers, kreozotla işlenirken, bu rakam 2000 yılında yaklaşık 11 bin metreküpe kadar geriledi ve bunda da kreozot yerine suda çözünen tuz esaslı koruma maddelerinin kullanılmaya başlaması rol oynadı.

Günümüzde demiryollarında kullanılan ahşap traversler, yerlerini büyük oranda beton traverslere bırakıyor. Ancak asıl tehlike tam da bu noktada başlıyor. Çünkü hizmet ömrünü tamamlamış ahşap demiryolu traversleri, atık olarak değerlendirilmek yerine özellikle parklarda, bahçelerde ve hatta ormanlarda ve su havzalarında bile kullanılıyor. Hatta birçok yerel yönetim, peyzaj uygulamalarında kullandıkları bu traversleri “kara trenin traversleri park ve bahçelerimizin süsü oldu” gibi sloganlarla duyuruyor ve bunların zaten kimyasal işlem gördükleri için çürümelerinin söz konusu olmadığını, eğer bu şekilde değerlendirilmeselerdi odun olarak yakılacaklarını ve böylece bir şekilde malzemenin ziyan olmasının önlendiğini belirtiyorlar. Gerek kamusal alanlarda, gerekse de evlerin bahçelerinde bu malzemenin severek kullanılmasının ana amaçlarından biri de, bir çeşit “nostalji” etkisinin yaratılması ve elbette bu malzemenin “ucuz ve kolay temin edilebilir” olması. Oysa hiçbir kötü niyet gözetilmeden ve yol açabileceği olumsuzluklardan habersiz olarak kullanılan eski ahşap demiryolu traversleri büyük riskler taşıyor.

Hem çevre, hem de insan sağlığını etkileyen bu riskler neler mi? Kreozotun yapısında bulunan katran asitleri buharlaşma, yıkanma ve polimerizasyon sonucu ahşap malzemeden oldukça hızlı ayrılır. Elbette 10-30 yıllık bir hizmet süresinden sonra kreozot içeren traverslerden yıkanan bileşen miktarı, ilk hizmet yıllarında yıkanandan azdır. Fakat bu, çevresel ve sağlık sorunları yaratmayacakları anlamına da kesinlikle gelmez. Nitekim yapılan bilimsel araştırmalar, yıkanmanın olduğu topraklarda poliaromatik hidrokarbonların düşük molekül ağırlıktan yüksek molekül ağırlığa kadar değişkenlik gösterdiğini ve kanserojen etkisi yüksek olan benzopren bileşiğinin toprakta sürekli olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Bu da elbette kreozot ile işlem görmüş traverslerin özellikle su havzalarında ve topraktaki bu tip kimyasalların yeraltı sularına sızmasının kolaylıkla gerçekleşebildiği, geçirgenliğin yüksek olduğu topraklarda kullanılmasının tehlikeli olduğunu gösteriyor.

Bu araştırmalar ayrıca, ahşap traverslerin özellikle insanların, çocukların ve hayvanların kolaylıkla doğrudan ve dolaylı olarak temas edebileceği yerlerde, gıda ve hayvan yemleri ile ilişkili olan yerlerde ve arıcılığın yapıldığı yerlerde kesinlikle kullanılmaması gerektiğini ortaya koyuyor.

Dünyadaki Deneyimler ve Türkiye
Ahşap demiryolu traverslerinin hizmet ömrünü tamamladıktan sonra peyzaj düzenlemelerinde kullanımı, “atık bir maddenin geri dönüşümünü sağlayacağı için ekonomik anlamda yararlı mıdır?” Pek çok gelişmiş ülkenin buna vereceği yanıt ne olacaktır? Elbette geçmişte de bu ülkelerin bazılarında bizdekine benzer hatalar yapılmıştır. Örneğin yıllar önce “ucuza odun maddesi” adı altında Almanya’da da demiryolu traverslerinin kullanımı teşvik edilmiş, ancak hatanın hemen farkına varılarak ahşap traverslerin yaşam alanlarındaki her türlü kullanımı kanuni düzenlemelerle yasaklanmıştır. Dolayısıyla başta Almanya olmak üzere gelişmiş ülkelerin pek çoğu eskiden demiryolu inşasında kullanılmış, ancak artık yerini betona bırakmış olan ahşap traverslerin yakılmasını, evlerin iç ve dış mekânları ile çocuk parklarında ve yakınlarında kullanılmasını “yasaklayıp” sıkı denetim altında alarak bu soruyu “kesinlikle hayır” olarak yanıtladılar.

Örneğin 2001 yılında onaylanan 2001/90/EC sayılı Avrupa Birliği Mevzuatı’nda eski ahşap demiryolu traverslerinin; her ne amaçla olursa olsun bina içlerinde, çocuk oyun alanlarında ve buralardaki oyun elemanlarında, parklarda, bahçelerde, açık hava rekreasyon alanlarında kullanımı ile piknik masası gibi bahçe mobilyaları ve saksıların, insan ve/veya hayvanlar tarafından kullanılan her türlü ürünün üretiminde kullanımı ve tüm bu bahsedilen ürünleri veya mekânları herhangi bir şekilde etkileyebilecek ürünlerin demiryolu traversinden yapılması yasaklamıştır.
Birçok Avrupa ülkesi gibi İngiltere de 2003 yılında bu hukuki düzenlemeyi benimsedi. İrlanda da aynı şekilde 2003 yılında kabul edilen yasal düzenlemeyle eski demiryolu traverslerinin ev bahçelerinde kullanımını tamamen yasakladı ve diğer yerlerdeki kullanımına ise yalnızca gerekli kontroller yapılıp traverslerin doğa ve insan açısından herhangi bir olumsuzluk yaratmayacağını belirlendikten sonra izin veriyor.

Yine İrlanda’da bu traversler “tehlikeli atık” olarak sınıflandırılıyor ve buna göre özel işlemlerden geçirildikten sonra ancak yok ediliyor. Buna ek olarak uzun yıllar boyunca demiryolu traverslerinin özellikle hobi bahçelerinde en sevilen yapı malzemelerinden biri olduğu Almanya’da, uzmanlar bu uygulamanın ciddi tehlikelerine dikkat çekmekte ve demiryolu traversi satan veya kullanan kişiler ağır cezalara çarptırılmaktalar. Ayrıca AB ülkelerinde yapısından 50 miligram/kilogramdan daha fazla benzopren içeren kreozotun kullanımı ve satışı da yasaklanmış durumda. Amerika Birleşik Devletleri Çevre Koruma Ajansı (EPA) ise 2008 yılında yayınladığı raporda kreozot ile emprenye edilmiş ahşap traverslerden çeşitli şekillerde açığa çıkan kimyasal maddelerin özellikle yeraltı sularına karışmasının önemli bir risk olduğunun altını çiziyor ve bu malzemelerin park ve bahçelerde, potansiyel deri teması ve sürekli ağızdan temas olabileceği göz önünde bulundurularak kullanılmamasını öneriyor.

Peki, bu soruya bizim yanıtımız nedir? Türkiye’de son yıllarda beton traverslerle değiştirilen eski ahşap demiryolu traversleri parklarda, bahçelerde, yürüyüş yollarında, yani özetle çok çeşitli peyzaj düzenlemelerinde yer alıyor. Üstelik su üretim havzalarında ve özellikle çocuk ziyaretçilerin çok olduğu alanlarda bile bolca kullanılıyor. İşte birçok gelişmiş ülkede “tehlikeli atık” olarak kabul edilen traverslere, bahçelerden yürüyüş yollarına ve hatta oturma banklarına kadar çok çeşitli yaşam alanlarımızda yer veriliyor. Yani gelişmiş pek çok ülkenin aksine Türkiye, eski ahşap demiryolu traverslerine olan bu düşkünlüğüyle soruyu ne yazık ki “evet” olarak yanıtlıyor.

Tarihe Gömülmüş “Yeşil Yöntemler”
İnsanlar 3 bin-4 bin yıl önce kimyasal maddeler bulunmadan ahşap malzemeyi nasıl kullanıyorlardı? Ya da yüzlerce yıllık ahşap yapılar günümüze kadar nasıl gelebildi? Kimya bilimi ve sanayinin gelişmesi ile büyük miktarlarda ahşabın kısa sürede işlenmesine gereksinim duyulmasıyla aslında birçok geleneksel yöntem de unutuldu. Örneğin ahşap malzemeler zeytinyağı ve beziryağı gibi doğal maddelerle işlem görmüştür ki, modernlik uğruna terk edilen bu bilgi 3 bin yıllıktır. Nitekim Anadolu’da ahşabın kullanıldığı başta ibadethaneler olmak üzere pek çok yapı böyle ayakta duruyor! Arkeolojik kazılarda ve batık gemilerde yapılan incelemelerden elde edilen verilerden ise, çok eski yıllarda kullanılan ağaç malzemenin kısmen kömürleştirilerek korunması yoluna gidildiği anlaşılıyor. Yaklaşık 4 bin yıl önce kullanılan ağaç malzemenin korunmasında kömürleştirme, ilk önlem olarak ortaya çıkıyor. Örneğin, Efes’teki Artemis (Diana) Mabedi kömürleştirilmiş ağaç direkler üzerine oturtulmuştu. Mısırlılar diğer bir önlem olarak, ağaç malzemeyi kuru tutarak çürümesine engel olmayı başarmışlardı. Yunanlıların İÖ 500 yıllarında binalarda kullandıkları ağaç malzemeye delikler açarak içine yağ akıttıkları, yağın derin bir şekilde nüfuzunu sağladıktan sonra, taş materyal üzerine yerleştirip kuru tutarak korudukları belirtiliyor.

Günümüzde ise yaklaşık 2 bin 500 adet sentetik, koruma yani emprenye maddesi bulunuyor. Oysa bugün basınçlı kazanlarda çok ileri teknolojilerle ve çok çeşitli kimyasallarla üretilen bu ahşap malzemeler, Osmanlı döneminde “yeşil teknikler” kullanılarak çevre ve insan sağlığına tamamen duyarlı bir şekilde üretiliyordu. Bu dönemden kalmış cami, kervansaray, han ya da hamamların pencereleri ve diğer ahşap aksamının, yüzlerce yıl geçmesine karşın sapasağlam ayakta olduğunu görebilirsiniz. Bu ahşap kısımların bozulmadan ve yıpranmadan günümüze dek gelmesinin tek nedeni, üretimde kullanılan doğal koruma yöntemleri. Bu tekniklere göre ağaçlar, kabukları soyulduktan sonra uzun bir süre akarsuların içinde bekletilerek ağacın hücrelerinin içinde bulunan, mantarları ve çeşitli böcekleri ağaca çeken özsuyu boşaltılırdı. Bu işlemden sonra uzun bir süre kurutulan ağaçlar, keten tohumundan çıkartılan beziryağı ve zeytinyağı gibi doğal maddeler içinde bekletilerek boşalan hücrelerin bu kıvamlı sıvılarla dolması sağlanıyordu. Bu yöntemler özetle beziryağı (ketenyağı), koyun kuyrukyağı, zeytinyağı ve tik yağında bekletme veya ateşte pişirme gibi uygulamalardır. Bunlarda kullanılan koruyucu maddelerin tamamı doğal kökenliydi, fakat ne yazık ki bunları üreten işletmelerin başında gelen bezirhaneler, sentetik koruma maddeleri karşısında çoktan yok olup gitti.

Öyle Tehlikeli ki!
Çevreye ve insan sağlığına olası olumsuz etkilerinden dolayı hizmet ömrünü tamamlayan demiryolu traverslerinin yakılması veya toprağa gömülmesi, bunların yok edilmesi veya geri dönüştürülmesinde akla ilk gelen yöntem olabilir. Oysa bu işlemler riskli ve ekonomik olmayan uygulamalardır. Öncelikle bu malzemenin yakılması sırasında oluşan kül içerisinde ağır metaller bulunur ve yakma işlemi için uygun bir sıcaklık seçilmediği takdirde zehirli gazların yayılması gibi birçok zararlı etkiler oluşabilir. Toprağa gömerek yok etme işlemindeki riskler ise özellikle yeraltı sularının kirlenmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu yöntemde, emprenye edilmiş odun atıklarından yıkanma ve topraktaki rutubet yoluyla ağır metallerin uzaklaşıp toprağa ve yeraltı sularına karışması riski söz konusudur.

Üstelik bu odun atıklarının kesilmesi, işlenmesi, yongalanması, liflendirilmesi ve bu atıklardan kompozit malzeme yapımı sırasında işçilere ve çevreye zarar vermesi de riskler arasındadır. Bu tür uygulamaların olası etkilerinden dolayı birçok gelişmiş ülkede, öncelikle koruma işlemi görmüş malzemenin içerdiği ağır metaller kimyasal, biyolojik veya bunların her ikisini içeren yöntemlerle uzaklaştırılması yalnızca uygulamada gerçekleştirilmeyip, yasalarla da zorunlu tutuluyor. Dolayısıyla birçok ülkede demiryolu traversleri, öncelikle bu yöntemlerin kullanılmasıyla malzeme içerisindeki kreozot alındıktan sonra yakma, kompost yapımı, ahşap kompozit levha yapımı gibi yerlerde değerlendirilebiliyor. Ayrıca bu traversler birçok yerde ısınma amacıyla yakılıyor. Oysa “koruyucu madde içeren hiçbir madde yakılamaz”. Aksi durumda yakma sırasında gaz formunda çıkabilecek bazı kimyasal maddeler ve daha sonra da kül içerisinde kalan kimyasallardan dolayı sağlık ve çevre için ciddi riskler söz konusudur. Ancak traversler özel tekniklerle elektrik ve ısı enerjisi üreten modüler tesislerde de kullanılabiliyor.

Yasal Düzenleme Acil
Bugüne kadar yapılan çok sayıdaki bilimsel araştırma ve gelişmiş ülkelerin uygulamaları, eski ahşap demiryolu traverslerinin “tehlikeli özel nitelikli atık” olarak dikkate alınmak zorunda olduğuna işaret ediyor. Elbette kullanılan tüm ahşap demiryolu traverslerinin zehirli kimyasallarla işlem görmediğine dair itirazlar olabilecektir ama bizler kullanmak istediğimiz eski demiryolu traverslerinin doğaya ve insan sağlığına zarar vermeyecek miktarda ağır metal maddeler içerdiğini nasıl anlayacağız? İşte bunun tek tek kontrolünün çok zor olması nedeniyle, yani eski ahşap demiryolu traverslerini kullanmanın yaratacağı potansiyel riskleri almanın anlamsız olduğunu öngören devletler, yasal düzenlemeler yoluyla bu malzemenin herhangi bir peyzaj düzenlemesinde kullanılmasının yanı sıra yakılmasını ve gömülmesini dahi yasakladılar. Türkiye’de de acilen bu yönde adımlar atılarak yasal düzenlemelerin yapılması şart, fakat bu süreçte özellikle peyzaj mimarlarına önemli görevler düşüyor. Peyzajı doğal ve kültürel boyutlarıyla analiz edip, bizlere hem estetik hem de fonksiyonel yaşam alanları sunan peyzaj mimarları, konunun hayati önemini anlayarak peyzaj düzenlemelerinde eski ahşap demiryolu traverslerine kesinlikle yer vermemeli ve bu malzemenin kullanıldığı yerlerde gerekli önlemlerin alınması ve bu konudaki bilincin arttırılması yönünde destek olmalı. Bu sırada aklımızın bir köşesinde atalarımızın kullandığı “yeşil yöntemler”i sorgulayarak, peki biz ne yapıyoruz diye sormalıyız.

(*) PROF. DR. ALPER HÜSEYİN ÇOLAK, ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ SİMAY KIRCA,
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ORMAN FAKÜLTESİ, Prof. Dr. S. Nami Kartal, İ.Ü. Orman Fakültesi Orman Endüstri Mühendisliği Bölümü Başkanı
ATLAS Şubat 2014/SAYI:251

Foto Galeri

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap