Anasayfa Gündem Sadun Boro Sonsuzluğa Yelken Açtı…

Sadun Boro Sonsuzluğa Yelken Açtı…

Ayşegül Parlayan Özalp

Dünyanın çevresini tekneyle dolaşan ilk denizcimiz Sadun Boro’yu 5 Haziran 2015’te kaybettik. Atlas, Boro’yla Haziran 2004 tarihli 135. sayısında söyleşi yapmıştı.

Hakan Öge’nin İstanbul’dan Akdeniz’e geçişte, daha kısa ve klasik bir rota olan Korint Kanalı yerine dümenini Bodrum’a çevirmesinin önemli bir nedeni de Sadun Boro’ydu. Hakan, en başından beri denize ilgisinin nedeni olarak, Boro’nun 1965-68 yılları arasında gerçekleştirdiği dünya seyahatini gösteriyordu. Yılın önemli bir kısmını Bodrum’da geçiren duayen denizciye ulaşabilmek için oraya gitmek de yeterli olmadı. Çünkü o, mayıs başında Gökova Körfezi’ne yelken açmış ve Okluk Koyu’nda demirlemişti. Koya denizden gitmek, Hakan’a iki güne mal olacağı için karadan yol aldık. Bugün 77 yaşında olan ve hâlâ tek başına seyahat eden Sadun Boro ile, Türk denizcilerinin yakından bildiği Kısmet isimli teknesinde buluştuk.

Buluşmada Bodrum’da bize katılan kaptan Saner Gülsöken de vardı. Sadun Boro, Hakan’ı daha önce görmemişti ancak üçümüz içerisinde onu tanıdı.
`Hakan sensin demek. Akıllı kerata!’
Bizi botuyla, birer birer teknesine taşıdı. Ondan 40-45 yaş daha gençtik ama kürekleri vermek istemedi; boyutu ne olursa olsun teknede kaptanın sözü geçerli olduğu için ısrar etmedik. Bizi ağırladığı iki saat boyunca da bu devam etti; hiçbir şeye elimizi sürdürmedi, hatta giderken çöpünü bile atmamıza izin vermedi. İlerlemiş yaşına rağmen tam bir kendi kendine yeterlilik abidesiydi.
Kısmet’in kamarasındaki masada, 1952’de İngiltere’den Yeni Zelanda’ya henüz öğrenciyken bir İngilizle birlikte gerçekleştirdiği yolculuğun notları duruyordu. Dünya seyahatini anlattığı Pupa Yelken’den sonra ikinci kitabını hazılıyordu.
`Altı ay süren seyahatin öyküsü mü?’ diye sordum.
`Evet. O zaman Cumhuriyet gazetesinde çıkmıştı. Ama sen hatırlamazsın. Daha doğmamıştın.’ Gülüştük.
Söze Hakan girdi:
`Pupa Yelken ne zaman çıkmıştı?’
`1968’de döndük, o kış hazırladım. 1969 baharında yayımlandı.’
`35 yıl geçmiş. O günden bugüne ikinci bir kitap yok. Bu iş değil.’
`O kadar ısrar ediyorum giden arkadaşlara. Yazın diyorum, bu manevi bir mecburiyettir. Ben de keyif için oturup uğraşmadım. Sen nasıl Pupa Yelken’i okuyup heveslendin, senin kitabını da senden sonraki çocuklar okuyacak.’
‘Yolculuğumun henüz onuncu günündeyim’ dedi Hakan, ‘insanların bu heyecanı ne kadar derinden paylaştığına tanık oldum. Bu hiç beklemediğim bir şeydi. Kitap bu heyecanı yaşatıyor. Türkiye’de insanın aklından deniz yolculuğu hele dünya seyahati geçiyorsa, bu Pupa Yelken sayesindedir. Çünkü benim cenerasyonum, bu kitapla büyüdü’.

`Ben de okuduğum kitaplar sayesinde giriştim bu işlere’ diye doğruladı Sadun Boro. `Yoksa kimin aklına, nereden gelir? Onun için seyahat yapan arkadaşların yazmalarını bir borç olarak görüyorum. Hadi bakalım, inşallah başarırsın sen de. Aşağıdan gitmeyi istedin sen. Enteresan bir rotadır o.’
`O rotayı seçmemin nedeni şu: Panama Kanalı yoluyla gidilen rota, son derece turistik hale gelmiş. Ben daha önce Patagonya’yı görmüştüm. Çok güzel bir yer. Gördüğüm fotoğraflar ve okuduklarım da beni çok etkiledi. Bu nedenle güneyden, Macellan Boğazı yolundan gideceğim.’
Hakan, Sadun Boro’ya Atlas’taki 10 yıllık fotoğrafçılık deneyimini ve gittiği yerlerde çalışacağı konuları anlattı. Yine de, rotayı kesin olarak belli edecek şeyin hava koşulları olacağını söyledi. `Ben sizden daha şanslıyım, daha önce benim rotamı takip eden insanlarla konuşma şansım var. Tek sorun Atlas Okyanusu’nu geçmek. Normalde kasımdan başlayarak geçilmesi gerekiyor.’
Boro, `Tayfunlar takriben ekvator üzerinde başlar ve batıya yürür. Onlar yukarı doğru giderken, sen aşağı doğru iniyorsun’ dedi.
`Ben o zaman güneye inmiş olacağım. Zaten bu nedenle tura erken başladım. Cebelitarık’ı ağustos gibi geçip güney yönünde devam etmek istiyorum.’

`Akdeniz’de fazla oyalanma. Duracağın vakit, Güney Amerika kıyıları olsun. Okyanus’u bir an önce geç. Akdeniz’i hangi yoldan geçeceksin?’
`Yukarıdan. Bodrum’a indiğim için, Korint Kanalı’ndan geçemeyeceğim. (Yunanistan anakarasıyla, Mora Adası’nı ayıran kanal.) Mora’yı güneyden kat edip Sicilya’ya geçeceğim. Messina Boğazı’ndan (Sicilya ile İtalya anakarası arasındaki boğaz) geçerim.’
`Sakın ha benim yaptığım hatayı yapma. Sardinya’yı aşağıdan geç.’
`Ben de öyle yapacağım. Ardından Balear Adaları’na gideceğim. İspanya’dan sonra karşıya Fas’a geçmeyi ve orada biraz kalmayı düşünüyorum. İlginç konular bulabilirim.’
`Mellila ilginç olabilir, bir de Ceuta. İkisi de İspanya’ya ait. Ben Amerika dönüşü uğramıştım, 1979’da.’
`Şimdi artık çok ileri hava raporu sistemleri var. NAVTEX, SSB gibi. Bunları kullanarak, üç dört gün sonrasının hava durumunu görerek çıkacağım yola. Akdeniz’de beni oyalayacak şey ancak hava koşulları olabilir.’
Konu bu tür bir yolculuğun maddi zorluklarından açılınca, eski defterler açıldı. Sadun Boro, `Siz yine şanslı devirdesiniz’ dedi. `Abdi İpekçi sınıf arkadaşımdı. Milliyet’e teklif götürdük. Patron, `Peki git’ dedi, `sana on bin lira verelim’. Daha tekne yok ortada. O parayla tekneyi yapacağım ve seyahata çıkacağım. Olacak iş değil. Oysa ben 130 bin lirada defteri attım. Hepsini yazsam kafayı üşütürdüm. Irgattan iğneciğe, koç boynuzundan makaralara kadar hepsini kendim yaptımdı. Yelken bezinin dokuması dahil. Birşey söyleyim size. Benim ev Bodrum’da, Kale ile Azmakbaşı arasında, deniz kenarındadır. Ben evi 1975’te aldım. Evi bana satan Hayati Bey, 1961’de 11 bin liraya almış. Ben 1963-65 arasında bu parayı harcadım. Ki o zaman devalüasyon filan yok. Demek ki Bodrum’da Kale’den Azmakbaşı’na kadar neredeyse tüm sahili o parayla alırdın. Ama yüz kere dünyaya gelsem yine aynı işi yaparım. Satmadığımız eşya kalmadıydı yahu, emeklilik primimi bile bozdurmuştum. Artık yemek parası kalmadıydı, her akşam bir arkadaşa yemeğe giderdik. Uzun seneler rüyama girdi o hazırlık devresi; kâbus gibi uyanırdım.’
Bu sözlerle ortam yerini sessizliğe bıraktı, Boro birkaç saniyeliğine dalıp gitti. Sessizliği yine o bozup, kadehini kaldırdı: `Hadi bakalım, Allah selamet versin koca oğlan. İnşallah dönüşte de böyle karşılıklı kutlamak kısmet olur.’
Sadun Boro’nun bıraktığı yerden bu kez Hakan devam etti: `İmkânları kısıtlı birinin bunca şey gerçekleştirmesi, insanlara samimi geliyor. Bence bunu yansıttığınız için bu kadar çok seviliyorsunuz. Ulaşılmaz gelen şeylerin, isteyince ulaşılabilir olduğunu görüyorlar.’
`Evet, birçok insan `sen yaptın ama bizim imkanımız yoktu’ gibi şeyler söylüyor. Ben o imkânı yaratana kadar akla karayı seçtim. Çalışmak için gurbete gittim. Bunların hepsi (tekneyi göstererek), tek tek elle yapıldı. Şimdi bir yat malzemesi dükkânına giriyorsun, aklına ne gelirse, fazlasıyla var. Talebeliğimizden beri dışarıdan tekne malzemesi taşıdım. Gidenlerin çoğu, kısıtlı imkânlarla dolaşan insanlar. Onu yaratmak için uğraşacaksın. Osman da (Osman Atasoy ve ailesi) öyle gitti. Zaten paran bol olsa gidemezsin ki, onu ne halt edeceğim diye düşünmekten.’
Hakan’ın diş hekimi olduğunu öğrenen Sadun Boro, yaşanmış hikâyeyi anlattı. Dünya turu yapan bir dişçi, ekmeğini mesleğini icra ederek sağlıyormuş. Avustralya’nın batısında Tonga Adaları’nda dişçiye hasret yerliler, sıraya girmişler. Dişçi denizci, bir kişinin birden fazla dişini çektiğinde tenzilat uyguluyormuş. Yerliler dişsiz kalmış.
Hakan da bir ara yanına malzemelerini almayı düşündüğünü ama bu kararından çabuk vazgeçtiğini söylüyor. Teknenin özelliklerini merak eden Boro’ya, bunları anlatmaya başlıyor Hakan. Yelkenlerin işlevsel olduğunu, teknenin kayma yapmadan, dengeli yol aldığını ve rüzgâr dümeni kullandığını söylüyor.
Araya girip Boro’ya soruyorum: `Hakan’ın anlattıkları da doğruluyor ki artık deniz seyrinde teknolojinin getirdiği büyük avantajlar var. İmkânsızlıklarla boğuşan eski kuşak, teknolojinin kolaylaştırdığı işleri biraz yavan bulur. Gerçekte yeni teknikler işlevsel olduğu için uygulanır. Ama eski denizciler bunların biraz `su katılmış’ şeyler olduğunu söyler.’
`Deniz eski deniz, rüzgâr eski rüzgâr. O ayrı dava. Ama bana internete girmekten bahsediyorsun. Açık denizin ortasında pat diye, bilmem nereyle temas kurabiliyorsun. Biz üç sene boyunca, bir kere telefonla konuşamadık yahu! İki sene önce yeni bir tekneyle Panama’ya gittimdi. O seyahatte gördüm ki artık çok çok değişmiş. Eskiyi bilen bir insan için bugünkü seyahatler, o heyecandan çok uzak. Fırtınası filan ayrı dava, onda aynı heyecanı duyarsın. Ama eskiden bir yeri bulmak için kırk kere hesap alırsın, yıldızdan güneşten kerteriz alırsın. Bir noktayı istediğin zaman bulabildiğinde `dünyaları ben yarattım’ diyorsun.’
`Tek başına çıkmamın nedeni de biraz bu. Heyecanı ayakta tutmak’ diyor Hakan.
`O bakımdan hiçbir esprisi kalmamış. Atlas Okyanusu’nda, stresten, mide sancısından günlerce çektim, iki büklüm oldumdu. Bir, uçan balıktan rasat almadığımız kaldıydı. Haritalar taa Kaptan Cook zamanından kalma. Oysa Panama’ya giderken şimdi tekne oto pilotta, ikimiz de yatarak geçtik. Bu kadar tezat olmaz. `O yere’ varmanın heyecanı kalmadı şimdi. Köyler kocaman kent olmuş; yarısı da batıdan gelip yerleşenler. Ayrıca bir de ayak bastı parası istiyorlar.’
Hakan `Ben o yüzden o rotayı istemiyorum’ diye ekliyor.
`Eskiden adam yerine geçerdin. Sokaktaki çöpçü bile Tonga’da, alıp evine götürmüştü bizi. Bir tane domuzu vardı adamın, onu kesti bizim için. Eski halini bilmeden gidersen sorun yok. Bir tursitin Bodrum’un ya da İstanbul’un eski halini bilmeden beğendiği gibi beğenirsin. Daha meşakkatli olsa da senin aşağı rotayı seçmen daha isabetli olmuş. Şimdi artık Allah bilir Macellan Boğazı’nın bile rehber kitabı vardır.’
`Var vallahi. Çok az sayıda basılıyor ama var.’
`Al işte. Ben espri olsun diye söylemiştim.’
`Kasım’dan önce Kanarya Adaları’ndan aşağı yönde yol alınca bir risk var mı?’
`Tayfunlar, ekseriyetle ortadan gelir, hatırladığım kadarıyla. Haziranda Azorlar civarında başlar. Fakat güneye inince etkisini azaltır. Ben 1957 senesinde Azorlar’da onun kuyruğunu yedimdi, 36 saat boyunca. Üç direkli dev bir Alman okul gemisi batmıştı o zaman. Feci bir havaydı. Ama aşağı indikçe ondan sıyrılırsın. O mevsimde Ceberitarık Kanaryalar arasında hep fırtına yemişimdir. Sen kasımdan önce gidersen daha rahat edersin.’
Sohbetin sonuna doğru Sadun Boro, geleneğe uyarak yolculuğun orta noktasında açması için Hakan’a sembolik bir armağan (bir şişe rakı) verdi. Ayrıca bu geleneği uzun yıllar (40-50 sene!) devam ettirmeyi umduğunu belirtti. Hepimizi en şaşırtanı ise, en sonda söyledi. Boro, son anda eşi Oda ile tanışıp evlenmeseymiş, 39 yıl önceki bu yolculuğa yalnız çıkacakmış. Oda ile gitmesinin nedeni de kadın partnerin, böyle bir seyahate eşlik edebilecek en iyi aday olduğuna inanmasıymış. Sohbete noktayı, yeni yolculuğun sahibi koydu:
`İyi ki tek başınıza gitmemişsiniz, bize de yapacak bir şeyler kalmış.’

Sayı 135 / Haziran 2004
Yazı: Gökhan Tan / Fotoğraflar: Gökhan Tan

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap