Anasayfa Arşiv Şehrin Kadim Sakinleri

Şehrin Kadim Sakinleri

Ayşegül Parlayan Özalp

İstanbullu Rumların nüfusu günümüzde hayli azalmış durumda. Ama kalanlar “Baklahorani” gibi karnavallarla, edebiyat eserleriyle, sanatsal etkinliklerle geçmişte yarattıkları güçlü kültürel değerleri yeniden canlandırıyor. Atlas, Rumların derin, renkli dünyasına adım atıyor…

Fotoğraf: Su yeryüzü için ışıktır. Ortodoks Rumlar, Hz. İsa’nın vaftiz edildiği günü Ta Fota (Işıklar) Yortusu olarak kutluyor. Kınalıada’da yaşayan Rumlar, önce kiliselerinde ayin yapıyor, sonra sudan haç çıkarma etkinlikleri düzenliyor. ( Sedef Özge)

Yazı: Serdar Korucu

Rumlar İstanbul’da dil kültüründen mimariye, mutfak yaşamından denizciliğe dek yaşamın bütün alanlarında önemli rol oynadı. Son yıllarda şehir hayatındaki kültürel etkinlikler geri döndürülmeye çalışılıyor, eski alışkanlıklar canlanıyor. Geçmişte sokak eğlencelerinin vazgeçilmezi olan müzik kutusu “laterna”, 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında yeniden İstanbul sokaklarına döndü örneğin. Türkçe ve Rumca şarkıları birleştiren laternayı yeniden hayata geçirmek için Selanik’teki usta Panos İoannidis’in İstanbul’da yaptığı yeni laterna 18 şarkılık repertuvardan oluşuyordu.

Rum toplumunun “Büyük Oruç” öncesinde yaptığı etkinlik “Baklahorani” de zamana meydan okuyor. İsmet İnönü tarafından 1941 yılında yasaklanan, 2009’dan beri yeniden yapılmaya başlanan “Baklahorani”, Rumların kültürlerini yeniden diriltme çabalarının başında geliyor. Karnavalın bu yılki hazırlayıcıları arasında bulunan Yorgo Demir, katılımın her sene arttığının altını çiziyor:

“Kurtuluş’un kozmopolit yapısı ve karnavalın doğduğu semt olması etkinliğe katılanların geniş bir yelpazeye sahip olmasına katkı sağlıyor. Sadece Rumlar değil, Ermeniler, Yahudiler, Türkler, Kürtler de bu etkinlikte yer alıyor. Yurtdışından gelen Yunanlar da bulunuyor. Bu sayede bir zamanlar Tatavla olan semtte bir kez daha karnaval kutlanmış oluyor.”

Futbol hayatında 50 kez milli formayı giyen, gollerinden dolayı “ordinaryüs” diye anılan, Lefter adıyla tanınan Eleftherios Küçükandonyadis, İstanbul Rumlarının en bilinen isimlerinden. Büyükada’da doğan, futbol hayatına Ermenilerin spor kulübü olarak bilinen Taksimspor’da 1941 yılında başlayan Lefter, 1947’de Fenerbahçe’ye transfer olmasının ardından Türkiye’de efsaneye dönüştü. “Ver Lefter’e yaz deftere” sloganları her maçta atılır oldu. AEK’ya transfer olmasıysa -tesadüf de olsa- 1964’te oldu. Yani Rumların İstanbul’dan zorla gönderildiği yılda…

YENİDEN BAKLAHORANİ Kurtuluş semti, eski adıyla Tatavla, Rum Ortodoksların “Büyük Perhiz” öncesi çeşitli etkinliklerine sahne olurdu. Bunlardan biri, bakladan yapılan zeytinyağlı favanın günün başlıca mezesi olmasından kaynaklandığı rivayet edilen ve konuşma dilinde “Baklahorani” olarak anılan şenliklerdi. Maskeler takan insanların sokakta yaptıkları bu şenlik 1941’de yasaklanmıştı. Baklahorani şenlikleri, Tatavla geleneklerini yeniden canlandırmak amacıyla, 2009 yılında yeniden başladı.

Yeniden baklahorani
Kurtuluş semti, eski adıyla Tatavla, Rum Ortodoksların “Büyük Perhiz” öncesi çeşitli etkinliklerine sahne olurdu. Bunlardan biri, bakladan yapılan zeytinyağlı favanın günün başlıca mezesi olmasından kaynaklandığı rivayet edilen ve konuşma dilinde “Baklahorani” olarak anılan şenliklerdi. Maskeler takan insanların sokakta yaptıkları bu şenlik 1941’de yasaklanmıştı. Baklahorani şenlikleri, Tatavla geleneklerini yeniden canlandırmak amacıyla, 2009 yılında yeniden başladı. (Fotoğraf: Sinan Çakmak)

“Ülkeyi 20 kilo eşyanızı alıp 12 saat içinde terk edin” denilen Yunan pasaportlu Rumlar, Türkiye vatandaşı olan aile bireyleriyle birlikte göç etmeye zorlandıktan sonra nüfus sert bir şekilde düştü. Öyle ki, “Yirmi Kura Askerlik”, “Varlık Vergisi” gibi Türkiye’de azınlıkların tümü için sıkıntılı olan yaptırımlardan etkilenen Rum nüfusu, 1955’te Kıbrıs’ta Türk ve Rumların arasındaki gerilimin çatışmaya dönüşmesi üzerine İstanbul’da patlak veren 6-7 Eylül Olayları’nda bile bu kadar azalmamıştı.
Rum toplumunun neredeyse üçte ikisinin Türkiye’den gittiğini gördüğü için kendisine de başka çare kalmadığını düşünerek bu topraklardan o dönem kopmak zorunda kalan Hristos Anagnostopulos da onlardan biri. İstanbul Rum Patrikhanesi’nin bugünkü basın sorumlusu olan Anagnostopulos, İstanbul-Frankfurt-Atina hattındaki yıllarını anlattığı Anavoles Kai Katifori Ertelemeler ve Çöküşler romanındaki sözleri o dönem yaşanan atmosferi özetliyor: “Her gelişimde İstanbul’daki Rum arkadaşlarımdan bir kısmı gitmiş oluyordu. Bir kısmı Yunan vatandaşıydı bir kısmı da kendini gitmek zorunda hissediyordu. Bu geliş gidişler ‘Senin bu ülkede geleceğin var mı, yok mu?’ diye sorduruyordu.”

Bu süreçte Rumların toplum içinde görünürlükleri hızla azaldı. Osmanlı’nın ilk spor kulüplerinden olan Rumlar tarafından 1884’te “Ermis” adıyla kurulan, sonrasında “Pera Club”, 1923 yılından sonra ise “Beyoğluspor” adı altında faaliyetini sürdüren kulüp de bu süreçte kan kaybetti. Mübadele döneminde giden eski sporcularının Yunanistan’da, Atina’da AEK ve Selanik’te PAOK’u kurduğu Beyoğluspor, 1964’ten sonra bir daha kendini toparlayamadı. Dört yıldır başkan olan Apostolos Harizanos, futbol takımının 1964’ten bir sene sonra önce ikinci, sonra üçüncü lige düştüğünü hatırlatıyor: “O zamanlar milli ligde oynuyorduk. Bütün branşlarda vardık. Rumların 1964’te gitmesiyle kulüp zayıfladı. Bugünse amatör kümede ayakta duruyoruz. Basketbol, voleybol ve futbolda varlığımızı sürdürüyoruz.” Eskiden milli takımın hazırlık maçlarının tamamının Beyoğluspor ile olduğunu, Türkiye’deki ilk gece maçını da Fenerbahçe ile yaptıklarını anlatan Harizanos’a göre kulübün bugün en büyük sıkıntısı gelirinin olmaması.

Rumların ardından spor dünyası kadar sofra ve eğlence kültürü de etkilendi. Barbunya, çiroz, kefal, palamut gibi balıkların hem isimlerini, hem de pişirme yöntemlerini Rumlardan alan bu topraklarda meyhaneler eski renklerini kaybetti. Bugün hâlâ geçmişte olduğu gibi Türklerle Rumların bir arada şarkı söylediği, dans edip içki içtikleri mekânlar bulunuyor. Fakat sayıları azalmış durumda. Yıllar geçtikçe birer birer kapanan mekânlar da oldu, sahipleri artık Rumlar olmayanlar da. Bugün “Rum meyhanesi” denildiğinde akla gelen ilk yerlerden olan Kurtuluş’taki “Despina” da, Balat’taki “Agora Meyhanesi” de Rumlar tarafından işletilmiyor. Açılış tarihi 1941 olan İmroz Meyhanesi ise bu kültürü Rum sahipleri ile sürdürmeyi başaran ender yerlerden. Erken saatlerde gidildiğinde baba Yorgo Okumuş’u, geç saatlerde ise oğlu Vasil’i görmek mümkün.

Rumların nüfusu azaldıkça abidevi okullarının kapılarına da birer birer kilit vuruldu. Açık olanlarsa bugün ayakta kalmaya çalışıyor. Bu okulların en bilineni Haliç manzarasındaki görkemi nedeniyle çoğu zaman Patrikhane binası bile sanılan, günümüzdeki adıyla Özel Fener Rum Lisesi. Okulun tarihi, 1454 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Patrik Gennadios Scholarios’un okulun kurucusu olmasına izin vermesine dayanıyor. “Patrikhane Akademisi”, “Büyük ve Rum Halkının Müzesi”, “Şehirlerin Kraliçesinin Müzesi”, “Kırmızı Okul”, “Mekteb-i Kebir”, “Birinci Akademi” gibi isimlerle de anılan okul binası 1881’de Patrik 3. İoakim döneminde, mimar Konstantin Dimadis tarafından inşa edildi. Okulda Rumca dersi veren Yanni Gigourtsis, binanın ihtişamının anlamı olduğunu söylüyor: “Yüksekokul diye tasarlanan bina sembol olarak inşa edildi. Bu yapı, gayrimüslimlere uzun zaman yasak olan kubbe inşası için Osmanlı’dan izin çıktıktan sonra yapıldı. Tuğlaları Marsilya’dan getirildi. Osmanlı’nın en önemli okullarından biriydi. İmparatorluk döneminde Rum toplumunun en büyük eğitim kurumuyken Cumhuriyet döneminde bir azınlık okuluna dönüştü.”

Kapalı okul Heybeliada’daki Ruhban Okulu,  Papaz Dağı’nda (Ümit Tepesi)  809 yılında Despotlar Manastırı olarak kurulduğundan beri adından hep söz ettirmiştir. Bir dönem kütüphanesinde biriktirdiği el yazması eserlerle Hıristiyan dünyasını etkileyen Ruhban Okulu uzun yıllardır kapalı duruyor.

Kapalı Okul
Heybeliada’daki Ruhban Okulu, Papaz Dağı’nda (Ümit Tepesi) 809 yılında Despotlar Manastırı olarak kurulduğundan beri adından hep söz ettirmiştir. Bir dönem kütüphanesinde biriktirdiği el yazması eserlerle Hıristiyan dünyasını etkileyen Ruhban Okulu uzun yıllardır kapalı duruyor. (Fotoğraf: Sinan Çakmak)

Bugün sekiz sınıfta 53 öğrenci bulunuyor. Gigourtsis, Antakyalı Arap Ortodoksların çoğunlukta olduğunu belirtiyor: “Okulumuzda yüzde 70 oranında Antakya kökenliler bulunuyor. Öğrencilerin Yunanistan’a gitmek için özel bir sınav hakları olsa da büyük bölümü kalmayı tercih ediyor, Türkiye’deki devlet üniversitelerini kazanıyorlar. Bu da bizim için olumlu. Rum cemaati içinde en başarılı okul durumundayız.”

Toplam 220 öğrenci için üç okul açık tutulurken boş kalan okul binaları içinse Rumlar yasal engelleri aşmayı başardı; 2011 yılında kurulan ve 70 vakıf arasında koordinasyonu sağlayan RUMVADER’in başkanı Andonis Parizyanos için okulların kapanması üzücü olsa da işlev kazandırılması önemli: “Okullarımız öğrencisiz ama sevindirici olan binaların kullanılmaları. Galata Rum Okulu bildiğiniz üzere önemli kültürel faaliyetlere ev sahipliği yapıyor. Önceliğimiz işlevini kaybeden okulların bu yönde kullanılması. Mesela Feriköy’deki okulumuz için otel teklifi vardı. Maddi açıdan sıkıntıda olmamıza ve daha düşük rakam teklif etmelerine rağmen biz İtalyan Koleji ile anlaştık. “Yeni Vakıflar Kanunu kapsamında 2008’de ortaya çıkan Vakıflar Meclisi’ndeki Azınlık Vakıfları Temsilcisi görevine iki kez seçilen Laki Vingas, demografik yapının değişmesi nedeniyle fonksiyonsuz kalan okulların değerlendirilmesinin önemine dikkat çekiyor: “Yaklaşık 40 senedir kapalı olmasına rağmen açık statüsünde olanlar vardı. Biz bu binaları yıkılmadan değerlendirmek istedik. Hayrat statüsündeki mülkler böylece akara çevrildi. Bu binaları vakıflar istedikleri gibi değerlendiriyorlar. Çok değerli binalar metruklaşmadan şehrin kültürel varlığında yerini koruyor. Anılara saygılı olmak istiyoruz.”

Vingas, vakıflara yapılan iade sürecinin de tarihi önemine işaret ediyor: “Rumlar açısından önemli iadeler oldu. Galata Rum Okulu, Heybeliada’daki 190 dönüm, Kandilli’de 98 dönüm, Turnacıbaşı’ndaki Yunan Konsolosluğu’nun haklarının Patrikhane Vakfı’na tescil edilmesi, Kudüs Patrikhanesi’ne ait olan bir kilisenin tescili güzel ve değerli örnekler. Yeni bir sürecin de adımı atılması bekleniyor. Eminim bu da yapılacak.”

Her ne kadar vakıflara iade edilen mülkler toplumu ayakta tutmak için önemli olsa da Rumların azalması nedeniyle geçmişteki matbuat zenginliğini devam ettirmek güç. Son olarak Mihail Vasiliadis’in sahibi olduğu Apoyevmatini, yıllardır yaşadığı ekonomik darboğazdan çıkamayarak 89 yıllık ofisini boşaltmak zorunda kaldı. Vasiliadis gazetenin bir dönem tirajının 35 bine kadar yükseldiğini söylüyor: “Apoyevmatini’nin tirajı 20’li yıllarda ve 30’ların başlarında 35 bindi. O dönemde mübadeleyle Yunanistan’dan gelen Müslüman nüfus da, eski yazıyı bilmediğinden Apoyevmatini okurdu. Harf devriminden sonra Türkçe gazeteler bizi geçmeye başladı.”

Embros Gazetesi’nin 1960’lı yıllarda sorumlu müdürü olan Vasiliadis, o dönem pek çok Rumca gazete bulunduğu için Apoyevmatini’nin tirajının 10-12 bin civarında olduğunu belirtiyor, gazetenin bugünse yaklaşık 600 sattığını ifade ediyor: “Diğer Rum gazeteleri yayınlarını durdurmak zorunda kaldı ancak babamın kuzenleri tarafından kurulan bu gazete eski olduğu için ayakta kaldı ve bu zamana kadar geldi. İstiklal Caddesi’nde 90 yıldır aynı yerde çalışan tek iş yeriydi.” Gazeteyi artık Mihail Vasiliadis, oğlu Minas ile birlikte Kurtuluş’taki evinden çıkartıyor.

Rum yazım kültürünü devam ettirmek için en önemli girişimlerin başındaysa 2011 yılında kurulan İstos geliyor. Rumca “ağ” anlamına gelen İstos’un kurucularından Foti Benlisoy, amaçlarının matbuat geleneğini yaşatmak olduğunu ifade ediyor: “Bu güçlü gelenek özellikle 1950’lerde Rum toplumunun uğradığı erozyon sonucu sürdürülemez hale geldi. Biz bu kesik damarı canlandırmak istedik. Gayemiz, İstanbul Rum toplumu açısından kültürel canlılığa vesile olmak. Sadece kitap basmıyor, kapsamlı kültürel faaliyetler de yapıyoruz. Kendi çevirmenlerimizi çıkartmaya çalışıyor, okullara doğru yaygınlaşıyoruz.”

Benlisoy, sadece İstanbul Rumlarından destek almadıklarını söylüyor: “Türkiye’deki genel kamuoyu tarafından da destekleniyoruz. Bu olmasaydı ayakta kalamazdık. Uzun zaman sonra ilk kez Rumca kitap bastık. Ancak o kitabı belki asla okuyamayacak olan insanlar da sadece destek olmak için satın aldı. Bu destek sevindirici.”

Bu desteklerden biri de İstanbul’un Rum mirasını hatırlatan sergiler. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kentsel Projeler Direktörlüğü’nün desteğiyle Zoğrafyon Lisesi Mezunlar Derneği tarafından 2010 yılında açılan “Batılılaşan İstanbul’un Rum Mimarları” sergisi, İstanbul’dan sonra ilk olarak Yunanistan’da altı şehirde sergilendi, ardından 2013 yılında ABD’ye de taşındı. Sergide, İstanbul’da eserleriyle yaşayan Rum mimarlar yer alıyordu. “Mimar-ı Saray-ı Humayun” (saray mimarı) unvanını taşıyan ve 1880 yılında Taksim’deki Aya Triada Kilisesi’ni yapan Vasilaki İoannidis ve oğlu “Sermimar-ı Hazret-i Şehriyari” (padişahın başmimarı) unvanlı Yanko İoannidis bu mimarlar arasında. Diğer öne çıkan isimler 1895 yılında inşa edilen Heybeliada Ruhban Okulu’nun mimarı Perikles Fotiadis, 1881 yılında inşa edilen Balat’ın simgesi Özel Fener Rum Lisesi’nin mimarı Konstantin Dimadis ve bugün Pera Müzesi olarak kullanılan Bristol Oteli’nin mimarı Achille Manoussos.

Bugün Rumların yüzlerce yıllık geçmişleri ile bağlarını sağlayan en önemli yapı, Osmanlı döneminde Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı fermanla yasal statü verilen, Ortodoks dünyasında “ekümenik” unvanını taşıyan İstanbul Rum Patrikhanesi…

Cumhuriyet’in ilanının ardından Yunanistan ve Kıbrıs ile gerginliklerde sık sık hedef gösterilen Patrikhane bugün Ayasofya tartışmasından rahatsız. Patrikhane’nin 916 yıl boyunca merkezi olan, 1453’te Konstantinopolis’in Osmanlı’nın eline geçmesiyle camiye çevrilerek 482 yıl cami olarak kullanılan, son olarak da Mustafa Kemal’in emri ve bakanlar kurulunun kararı ile 1935 yılında müze olarak kapılarını açan Ayasofya için Patrik Bartholomeos, Patrikhane’nin duruşunu 2014 yılının başında duyurdu. Aya Yorgi Kilisesi’nde gerçekleştirilen ayin sonrası cemaate yaptığı konuşmasında Bartholomeos, Ayasofya’yı “Ortodoks ve Helen dünyasının en kutsal değerlerinden” biri diye niteledi.

Patrikhane’nin en büyük talebi ise Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması. Bugün yılan hikâyesine dönen sürecin nedeni 1971’de Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) aldığı bir karar. AYM’nin bütün özel yükseköğretim kurumlarının bir devlet üniversitesine bağlanmasını kararlaştırması ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun da “özel yüksekokul” statüsünde değerlendirmesinin ardından Patrikhane okulun bir üniversite veya bir ilahiyat fakültesine bağlanma şartını kabul etmedi. Böylece okul 1971’de kapılarını kapattı.

Geçen 127 yılda 1000’e yakın mezun veren ve mezunları arasında 12 İstanbul Rum Patriği bulunan, Patrik Bartholomeos’un “kendimi çarmıha gerilmiş hissediyorum” sözleri ile kritik önemini ortaya koyduğu okul için Ankara atacağı adımı “Atina’da cami açılma” şartına bağlamış durumda. Bursa Metropoliti ve Heybeliada Aya Triada Manastırı Sorumlusu Elpidoforos Lambriniadis ise kendilerinin bu konuda devreye giremeyeceğinin altını çiziyor: “Biz devlet miyiz? Biz tam tersine devlet olmak istemeyen bir grubuz, sadece dini görevlerimizi yerine getirmek isteyen ve bazen devlet olmak isteğiyle suçlanan bir kurumuz.”

Lambrianidis, Ortodoks öğretisinin Vatikan gibi devletleşmeye karşı olduğunu vurguluyor, “O zaman bizden bir devlet rolü oynamamız da istenmemeli, yani Yunanistan’a tutup da ‘efendim siz niye Atina’da bir cami yapmıyorsunuz’ demek bizim işimiz değil” diyor.

Her ne kadar Rumlar kaderlerinin Yunanistan politikası ile birlikte anılmasına karşı olsalar da kültürlerinin yaşaması için umutları Ege’nin karşı kıyısından gelenlerde. Marina Drymalitou da onlardan biri. Atina’da doğan, uluslararası ilişkiler okurken Türkiye politikası üzerine Londra’da yüksek lisans yapan Drymalitou 2007’den beri Türkiye’de yaşıyor. RUMVADER’in “Azınlık vatandaşları = Eşit vatandaşlar” başlıklı Avrupa Birliği projesinin koordinatörü. Türkiye’ye gelme nedeni ise İstanbul sevgisi: “Türkiye’yi hep merak ediyordum. Buraya gelmeden önce Türkçe öğrenmiştim. Sadece altı ay için gelmişken şimdi yedi yıl oldu. Bunda İstanbul sevgimin de etkisi var. İstanbul, Yunanlar için çok özel bir yer.”

Drymalitou için Rum toplumu içine girmek de kolay olmamış: “Yunanlar ile Rumlar farklı. Her şeyden önce düşünce tarzlarımız ayrı. Bizler daha aktif insanlarız. Benim Rum toplumuna girişim de çok kolay olmadı. Ama zamanla insanlar beni tanıdıkça, iyi niyetli olduğumu gördükten sonra kabul ettiler.”
Her ne kadar Ege’nin karşı kıyısından Yunanlar yaşamak için İstanbul’a gelse de sayıları 2 binin altına düştüğü kesin olan İstanbul Rumlarının bu topraklar için anlamını belki de en iyi 1904 yılında Konstantinos Kavafis’in yazdığı, Ari Çokona’nın Türkçeye kazandırdığı “Sesler” şiiri anlatıyor:

“Ölenlerin ya da bizim için / Ölmüş gibi yitip gidenlerin/ Özlenen, mükemmel sesleri.
Bazen rüyalarımızın içinden bize seslenirler / Bazen de düşüncelerimizde duyarız onları.
Ve geceleyin, bir an için, sönmekte olan / Uzak bir müzik gibi, yankılarıyla birlikte / Geri döner hayatımızın ilk şiirinden ezgiler.”

Bir zamanlar yoğun yaşadıkları yerlerde bugün özlemle anılan İstanbul Rumlarının bu topraklarda kalmayı başaran torunlarının Türkiye kamuoyundan talepleri net. “Azınlık” olarak kalmış olsalar da anavatanlarında eşit vatandaş muamelesi görmek.

Atlas Aralık 2014 / Sayı 261

Fotoğraf Galeri

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap