Anasayfa KeşfetGezi Gündüz Geceye Karışınca

Gündüz Geceye Karışınca

Bugünlerde nedense çok sık seyahat eden politikacılara taktım kafayı. Benim sorguladığım onların neden seyahat ettikleri değil de bu kadar uçuşa, saat farkına, yorgunluğa karşı nasıl ayakta kaldıkları, nasıl görüşmeler yaptıkları. Bu politikacıların, devlet adamlarının, bürokratların “jet lag” denen olayı nasıl çözümlediğine akıl erdiremiyorum.

Zaman farkı yüzünden vücudun günlük ritminin bozulmasına “jet lag” deniyor. Buna en çok devlet adamları maruz kalıyor. Özellikle Amerika’da bir dizi toplantıya katıldıktan sonra, uçağa atlayıp gece yarısı Türkiye’ye dönüyor, birkaç saatlik uykudan sonra sabahın köründe, ülke sorunlarıyla ilgili bir toplantıya katılıyorlar. İşte benim merakımı çeken bu: Sık sık denizaşırı yolculuk yapanlar “jet lag”i nasıl yeniyorlar? Bu sorunun yanıtı benim için çok önemli. Çünkü ben de çok sık olmamakla beraber dünyanın en uzak köşelerine uçuyorum ve aradaki saat farkı yüzünden her seferinde de perişan oluyorum. “Jet lag”i yenebilmek için önerilen her şeyi yapıyorum ama nafile.

Uçağın içinde kendimi, hiçbir zaman olmadığı kadar yalnız hissederim. Bu yalnızlığı, yaşamımı sorgulamak, yaşamımı oluşturan şeyleri düşünmek için bir fırsat bilirim. Bu eylemi yaparken dinlemek için klasik müziği seçerim. Gözlerimi yarı yarıya kapatır, geçmişimin, gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçmesini beklerim. Nedense yaşamımı sorgulamaktan çabuk sıkılır veya kaçarım. O zaman hemen televizyonda film ararım.

O sırada servis başlar. Atlas Okyanusu üstü uçaklarda, mutlaka birkaç çeşit iyi şarap bulunur. Ben sırasıyla onların tadına bakarım. Seyrettiğim filmleri hiç bitiremem. Bir kanaldan diğer kanala geçip dururum. Bir kan pıhtısının kurbanı olmamak için arada kalkıp koridorda bir aşağı bir yukarı yürürüm.

Işıklar kapatılınca bir adet melatonin yutup uyumaya çalışırım. Ama beceremem. Tam dalacakken tuvalete gitmem gerekir. Yerime oturunca susadığımı fark edip hostes ararım. Bütün gayretlerime rağmen uyku tutmadığını görünce tepe ışığını yakıp kitap okumaya çalışırım. Uçak yolculuklarında bir türlü kitaba odaklanamam. Bütün bu kavga dövüş içinde zaman geçer ve yolculuk sona erer.

Eğer Amerika’ya doğru uçmuşsam, kolumdaki saat Türkiye’de gece yarısını gösterirken, geldiğim yerde henüz öğleden sonra olmuştur. Yani vücut saatim yatmaya hazırlanır ama uyku vaktine daha çok vardır. Böyle durumlarda mümkün olduğunca uyanık kalmaya, bulunduğum ülkenin zamanına adapte olmaya çalışırım.

Ama bir türlü beceremem. Çoğunlukla kendimi bir bar tezgâhında ya da yemek masasında uyurken bulurum.

Bir seferinde Chicago’da, geldiğim günün akşamı “ciddi” bir yemeğe katıldım. Daha yemeğin başında, masanın üstüne başımı koyup uyumaya başladım. Beni öyle hareketsiz gören davet sahibi, fenalaştığımı düşünüp hemen bir ambulans çağırtmıştı. O gün ne kadar rezil olduğumu anlatamam.

Aramızda 11 saat fark olan Alaska’da da, bavullarımın çıkmasını beklerken havaalanında uyuyup kalmış, beni uyuşturucudan sızmış birisi sanan polisin sorgusundan zor kurtulmuştum. Özetle bu kadar yıldan beri uçmama rağmen bu “jet lag” denen zaman değişimine bir türlü ayak uyduramadım.

Haber: Mehmet Yaşin
ATLAS MART 2013 / SAYI:240

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap